İtalya’da ikinci günümüzü Verona’ya
ayırmıştım. Otelimizin ana binasında kahvaltı yapıp yakındaki Bologna Merkez
Tren İstasyonu’na gittik. Dışarıdan normalce bir gar binası ve arkasında
peronlar olan binanın yaklaşık 4 kat altına indiğimizde gördüğümüz trenler ve
peronlar karşısında şapka çıkartmak istedik ama yoktu. Örtülerimizi de
çıkaramayacağımıza göre “peh peh peh, vay beaa!” diyip trenimize binip yola
koyulduk.
Yaklaşık 2 ay önce http://www.trenitalia.com/ sitesinden
Bologna-Verona biletlerimizi almıştım. İtalya’da hızlı tren ve bölgesel tren
olmak üzere iki tip tren var. Hızlı trenler adı üstünde hızlı ve konforlu ancak
biletleri erken almazsanız oldukça pahalı olabiliyor. Ben hem erken aldığımdan
hem de yolculuk günümüz cumartesi olduğundan iki avantajdan faydalandım.
Trenitalia cumartesi günleri bazı hatlarda 2 al 1 öde kampanyası yapıyor.
4 kişi Verona’ya gidiş geliş bilet 72
Euro’ya geldi. Kişi başı 18 Euro. Hızlı trenler için en düşük ücret de 9 Euro
zaten.
Verona’ya 50 dakikalık kısa ve keyifli
bir yolculuk sonrasında ulaşıyoruz. Bu
arada hızlı trenlerde internetten aldığınız bilet çıktısı ile binebiliyorsunuz.
Birçok blogger sayfalarında internet çıktılarının biletle değiştirileceğini ve
bunun da makinalarda okutulacağını yazmış ama bu bölgesel trenler için geçerli
bir durum. Veya artık öyle. Çünkü okuduklarımızın verdiği etkiyle olsa gerek
ısrarla sorduk görevlilere ve güç de olsa elimizdeki çıktılarla trene binebileceğimize
ikna ettilerJ Seyahat
esnasında kompartıman görevlisi bilet çıktısını alıp üzerindeki barkodu okutuyor
ve iyi yolculuklar diliyor. Bu kadar…
Verona Romeo ve Juliet’in geçtiği şehir olarak ünlü olmuş, şehirde Juliet’in evi olarak bilinen ev turist akınına uğramış hatta bu aşk dolu hikayeden yola çıkarak bir Sevgililer Günü festivali düzenlense de bence Veron’nın bunların hiçbirine ihtiyacı yok. Yani Verona’nın Romeo ve Juliet’e ihtiyacı yokmuş, o hikayeyi desteklemek için Shakespeare’nin Verona’ya ihtiyacı varmış desek yalan olmaz.
Verona Porto Nuovo istasyonunda indikten sonra orada bulunan bir araç kiralama şirketinden harita edinip yola koyulduk. Garın dışından haritaya göre yürümeye başladık. Viale Luciano Dal Cero boyu yürüyüp Porta Palio caddesine çıkıp bu harika kasabanın halkının yaşadığı sokaklardan merkeze doğru güzel bir sabah yürüyüşü yaptık.
Karşımıza çıkan ilk tarihi yapı Castel
Vecchio (Eski Kale) oldu. 1354-1356 yılları arasında savunma amaçlı inşa edilen
kaleye sonradan bir köprü eklenmiş. (Ponte Scaligero) İtalya’nın en büyük
ikinci nehri olan Adige nehrinin üzerine yapılan köprü şu an turistler için
harika fotoğraf çekilecek bir alan ayrıca değişik performans sanatçıları da performanslarını
sergileyip para topluyorlar. Kaleye girme ücretsiz ancak içindeki müzeyi gezmek
ücretli. Bizim çok vaktimiz olmadığından müzeyi gezemiyoruz. Kale içinde
fotoğraf çekip köprüden karşı kıyıya geçiyoruz.
Kale girişindeki bir tezgahtan aldığımız
çilekleri yakında bir kafede yıkayıp Adige nehrinin kenarındaki banklarda
oturup mini bir piknik bile yapıyoruz.
Gezimize karşı kıyıdan nehir boyu
devam edip bir sonraki köprü olan Vittoria köprüsünü geçip Garibaldi
köprüsünden tekrar karşıya geçiyoruz. Her köprü bir diğerinden güzel ve hepsi
fotoğraflamak için harika.
Köprüden karşıya geçince her bir
sokağa gire çıka kendimizi Verona’nın en ünlü meydanı olan Erbe Meydanı’na ulaştık. Dükkanlar, kafeler,
turistik eşya tezgahları ile dolu olan bu meydan oldukça hareketli ve eğlenceli
bir yer. Meydan Roma döneminde halkın toplandığı forum olarak kullanılırmış.
Bu gün de hem etrafından görülecek birçok
eser olması hem de turistlerin akın ettiği Juliet’in evinin hemen yanında
olması sebebiyle oldukça kalabalık bir alan. Juliet’in evi demişken biz
maalesef girmeyi başaramadık. İtalya gezimiz boyunca sadece burada kalabalıktan
bir yere giremedik. Çok da ısrar etmedik açıkçası. Verona’nın kendisi o kadar
güzeldi ki Juliet için üzülmemize gerek kalmadı.
Erbe Meydanı’ndan sonra hemen yanı
başındaki Indipendenza Meydanı’ndan başlayarak biraz da arka sokaklarda gezdik.
Öğle saatlerinde İtalyanların oturduğu bir kafeden çok güzel vejeteryan
pizzalarımızı alıp bir parkta oturup yedik.
Parkta biraz dinlendikten sonra bu sefer Verona’nın başka bir merkezi olan ünlü arenayı da içerisinde barındıran Bra Meydanı’na doğru yola koyuluyoruz. Ara sokaklara, mağazalara gire çıka meydana ulaştığımızda bizi çok güzel bir pazar karşılıyor. Pazarda çiçekçilerin düzenlediği Juliet’in Balkonu’nda fotoğraf çektiriyoruz. Gerçek balkona giremesek bile Juliet ile birlikte bir fotoğrafımız oluyor sonuçta.
Yemeye düşkün dört tip bir arada olunca bu pazarda kendimizi kaybediyoruz bir süre. Devasa ekmekler, harika zeytinler, soslar, pastalar derken bir süre zevk içerisinde bu pazar alanını gezip bir şeyler atıştırıyoruz. Pazar bizi o kadar etkilediki Verona’dan dönerken marketten dönüyor gibiydik. Sırt çantalarımızda zeytin, ekmek, enginar salatası vardıJ
Meydanda gezdikten sonra saat geç
olduğundan arenaya giremeyeceğimizi öğreniyoruz. Sağlık olsun diyip rotamızı
bütün gün yanımızdan geçip duran turistik trene çeviriyoruz. Aslında böyle tam
turistik atraksiyonlardan çok hoşlanmam ben ama hem çok yorulmuştuk hem de
annem isteyince kıramadım. Kişi başı 5 Avro verip bütün gün yaya gezdiğimiz
yerleri bir de trenle gezdik. Eğlenceliydi…
Trenden indiğimizde hava bozmaya
başladı. Rüzgar esmeye başlayınca kendimizi meydanı çevreleyen turistik
kafelerden birine attık. Tok olduğumuzdan pasta yiyip kahve içip vakit geçirdik…
Biraz daha sokaklarda turladıktan
sonra tren saatimiz yaklaştığından Corso Porto Nuovo boyunca yürüyüp gara
ulaştık. Bologna’ya geldiğimizde yorgunluktan kendimizde değildik artık…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder