Bologna’da son günümüze sabah
otelimizde kahvaltı ederek başladık. Ananas ve muffin ile kahvaltı yapmayı kim
sevmez...
Kahvaltı
sonrasında Venedik Penceresi’ni görmeye gittik. Venedik’i görmeden
penceresine bir bakalım dedik.Venedik Penceresi Via Indipendenza’dan
Piazza Maggiore’ye inerken sol tarafta kalan Via Malcontenti, Via Piella ve Via
Oberdan sokaklarından görülebiliyor. Birbirine bakan bu sokaklardan ortadakinde
olan Venedik Penceresi küçük bir pencere ile kanal üstündeki evlere bakıyor. Bu
haliyle Venedik’teki yerleşimi andıran pencere adını da buradan alıyor.
Bu sokaklardan Via Oberdan’ı takip
ederek Pazar kurulan sokaklara indik. Eğik kulelerin oradaki dondurmacıya bir
kez daha gittik.
Gitmek istediğimiz yerlerden
biri olan Santo Stefano Bazilikası’nın
olduğu meydanı tesadüfen bulduk. Biraz dolaşıp oraya gidelim derken kendimizi
çok tatlı bir meydanda ve bazilikanın kapısında bulduk. Yedi Kiliseler olarak
da bilinen bazilikanın özelliği girişte tek bir bina gibi görünürken girdikten
sonra ard arda yedi tane daha klise çıkması.
Venedik treniniz saat 13:10’daydı ve biz
bir kez daha Bologna Merkez tren istasyonundaydık. Dakikliğiyle ünlü İtalyan
trenleri bizi yine şaşırtmıyor ve Venedik yolculuğumuz başlıyor. Çok güzel
manzaraların içinden geçip Venedik Santa Lucia istasyonuna ulaşıyoruz.
Hani eski Türk filmlerinde Haydarpaşa
garından çıkıp İstanbul ile karşılaşan tiplerin hayret dolu yüz ifadesi
vardırya işte biz de Santa Lucia’dan çıktığımız anda o haldeydik. Gerçekten
gördüğümüz şehir bizi ilk görüşte ve hatta orada kaldığımız tüm günler boyunca
şok etti. Her sokağı, her evi, her kanalı bizi çok şaşırttı…
Otelimiz Venedik Casino’sunun hemen
yanındaydı. Kaybolmadan otele gidebilmemiz için de güzel bir yönlendirme maili
atmışlardı bize. Maili okuyup tabelaları takip ederek bir turist akınının
içinden otelimize doğru yola koyulduk. Gerçekten güzel bir yönlendirme ile
elimizle koymuş gibi bulduk otelimizi. Bu oteli de Booking.com üzerinden bulduk
ama maalesef kaldığımız odayı pek beğenmedik. Casa Del Melagrano’nun belki ana
binası iyidir ama biz yine ek binada kaldığımız için iyi değildi.
Odada biraz dinlenip eşyalarımızı
bıraktıktan sonra Venedik’i keşfetmek için çıktık. Otelden aldığımız harita ve
telefonlarımızdaki navigasyon ile kaybolmaya karşı hazırlıklıydık ama açıkçası
çok da kaybolmadık Venedik’te. Evet karışık ve her yer birbirine benziyor ama
dikkatli gezince bir süre sonra nerede olduğunuzu çok kolay ayırt
edebiliyorsunuz.
Rialto Köprüsü’nde gezdikten sonra bu
sefer yönümüzü San Marco meydanına çeviriyoruz. Harika sokaklardan yüzlerce
turistle birlikte geçerek San Marco’ya ulaşıyoruz. Biz çok kalabalık ve sıcak
olmaması için Nisan ayında gittik Venedik’e ama sanırım bu hiçbir şey
değiştirmemişti. Yine yüzlerce turistle birlikte gezdik ve yine bir çok
gezilecek yerin kapısında kuyruk vardı.
Otelden çıkıp Strada Nuova’dan yürümeye başlıyoruz. Yönümüz güneye doğru, önümüze ne çıkarsa gezmeye hevesliyiz şu an bir rotamız yok.
İlk durağımız S.S Apostoli Kilisesi ve meydanı oluyor. Birkaç bina sonra görmeye alışacağımız ihtişamlı yapılardan biri olan kilise binasını inceleyip yolumuzu Rialto Köprüsü’ne çeviriyoruz. Venedik’ten her yerde Per Rialto / Per San Marco şeklinde gidilen yönün tabelasını görüyorsunuz. Bu tabelalar ve elinizdeki haritayı takip ettiğiniz sürece gayet kolay yön bulunuyor.
Biz de Apostoli meydanında Rialto tabelalarını takip edip köprüye gidiyoruz. Büyük bir kısmı tadilatta olan köprüde fotoğraf çekip, dükkanlardaki ürünleri inceliyoruz. İnceliyoruz zira daha sonra bu ürünlerle çok işimiz olacak, Venedik’teki turist tuzağı ürünler bizi de tuzağına düşürecek.
Rialto Köprüsü büyük kanal üzerindeki
dört köprüden biri ve en ünlüsü sanırım. Para Köprüsü olarak da adlandırılan
köprünün doğu girişinde Darphane bulunuyor. Antonio De Ponte tarafından
tasarlanan köprünün günümüzdeki son hali 1591 yılında tamamlanmış. Etrafında
1200’lü yıllardan beri Pazar kurulan köprü Venedik’in sembollerinden biri.
Ayrıca günümüzde de etrafından güzel bir Pazar kuruluyor. Ancak biz öğleden
sonra gittiğimiz için çoğu tezgâh toplanmıştı. Daha çok sabahları hareketli
olan bir Pazar burası.
San Marco’ya vardığımızda harika bir güneşle birlikte zehir gibi bir rüzgâr ve soğuk vardı. Ama bu metrekareye 15 turist düşmesini tabiki engellemiyordu. Biz bu gezimizde tarihi yerlerin içine çok fazla giremedik ekibimizden dolayı ama bunu tekrar gelmek için bir sebep olarak koyduk bir kenara.
San Marco Bazilikası, Dükalar Sarayı, Akademia Müzesi gibi gezilecek bir çok yer var. Buraların girişi için de ayrı ayrı ücret ödemek yerine Venice Card alarak birçok avantajdan
faydalanabilirsiniz. http://www.veneziaunica.it/ Araştırmıştım ama giremeyeceğimiz için almadık.
San Marco Bazilikası, Dükalar Sarayı, Akademia Müzesi gibi gezilecek bir çok yer var. Buraların girişi için de ayrı ayrı ücret ödemek yerine Venice Card alarak birçok avantajdan
faydalanabilirsiniz. http://www.veneziaunica.it/ Araştırmıştım ama giremeyeceğimiz için almadık.
San Marco Meydanı’nda gezdikten sonra hemen yakınındaki Ahlar Köprüsü’ne gittik. Sospiri Köprüsü olarak geçen bu köprü Venedikli mahkumların hapishaneye gitmeden önce geçtikleri ve Venedik’i son kez görüp ah çektikleri köprü olarak bilinirmiş. Köprünün hikâyesi kendinden daha meşhur diyebiliriz aslında…
Venedik’te ilk günümüz ertesi gün
sindire sindire gezeceğimiz bir şehrin genel özetini almak gibiydi. Akşamüstü
yorgunluktan bitmiş bir vaziyette odamıza dönüp yattık…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder