25 Aralık 2014 Perşembe

Kafayı Sağlama Almak İçin Gezmek...

Şubat 2014-Haliç Metro Geçiş Köprüsü
Şarkıcıların, aktörlerin, aktrislerin, modacıların mesleğe nasıl başladınız sorusu için verdikleri cevap %95 aynı oluyor...Çocukken ayna karşısında şarkı söylemeli, rol yapmalı, oyuncak bebeklere kıyafet dikmeli cevap varya hani ondan bahsediyorum. Doğruluk payı da olabilir gerçi. Yazarken aklıma geldi bak ortaokulda bir kız vardı oyuncak bebeklere kıyafet dikerdi ve biz de ondan satın alır bebeklerimize kreasyon oluştururduk... İşte o kız büyüyünce terzi-modacı arası bi şey oldu. Ünlü olsa çok rahat bu cevabı verebilirdi, yalan yok hakikaten dikiyordu...
Buradan çıkarılacak sonuç da basit aslında demekki çocukken yaptığımız şeyleri meslek olarak seçeymişiz başarılı, ünlü ve çuvalla para sahibi olabilirmişiz. Eeee çocukken yaptığımız şeyler derken milletin bahçesinden elma aşırmaktan, cam kırmaktan felan bahsetmiyorum tabi burada...Baya özel yetenek ve yatkınlıktan bahsediyorum...
Amaaaa benim gibi bu tür hasletlerin yoksa senin için de çok üzgünüm sayın az yetenekli... Sen de ÖSYM'de tutturabildiğin şeyi okuyup halen şansın yaver gitmediyse sıkcı bir iş bulup ömür tüketenlerin arasına katılacaksın. Bu sıkıcı hayata sahip olanlar olarak arkadaş olalım bari yaaa belki bir kahve içer eğleniriz...
Ciddi olarak geriye dönüp çocukluğumu incelediğimde üzerine gidilebilecek bir özel yeteneğim olmadığını fark ediyorum. Yani ailemi de suçlayamıyorum bu durumda ya şöyle harika yeteneğimin üstüne gidip beni cesaretlendirmemişler diye... Yetenek yok ne yapsınlar...
Kayserililerin ticarete kafası çalışmayan çocuğu okutmaları hesabı onlar da bu yeteneksiz evlat için yapabilecekleri en büyük yatırımı yapıp okutmuşlar. Allah razı olsun...
Çocukluğum ile ilgili bir yetenek anım yok ama aslında daha sonraki yıllarda peşinden gidebileceğim bir sürü yol hikayem var. Nedense benim bunu yakalamam ve peşinden gitmem çoookk uzun zaman aldı ...
1960'lı yıllarda Almanya'ya işçi alımında gidenlerden biri benim ailem...Yani halk arasında anlaşılır dille Alamancı. Benim için bunun en büyük yansıması yol, göç, valiz, giden, gelen oldu...
1985 yılında büyük ailemizin bir kısmı ülkeye kesin dönüş yapıp bir kısmı da Almanya'da kaldığından aslında bizim evde 40 yıldır bitmeyen bir gidiş-geliş hikayesi de devam etti.
5 yaşındayken yaptığımı hatırlamıyorum tabi ama mesela 11 yaşındayken Türkiye'den Almanya'ya karayoluyla gitmiştim ve o yol bana dünyanın en büyüleyici yolu gibi gelmişti...Sonraki yıllarda bir çok sefer uçakla gidip geldiğim bir yol hikayesini ilk anlamaya başladığım zamanlardı.
Benim gibi bir aileye sahip olmanın en güzel yanı yola, yolcuya, gidene, gelene alışkın olmak oluyor. Mesela ben dahil bizden hiç kimse uzak bir yere gittiği zaman çok da hüzünlenmez... Biz gitmenin kendisini seviyoruz sanırım...Mesela ben kendi yolculuklarım haricinde her sene 8-10 defa havalimanına gidip birilerini alıp birilerini uğurluyorum. İllaki bi giden gelen olur zira...
Çocuk kafayla "Ay negzel buralar, hep gezsem keşke...!" dediğim günlerden bu yana hep gezmek, seyahat etmek, dünyayı tanımak istiyordum ama çoğu zaman ekip olamadığımdan gidemediğim zamanlar oldu. Özellikle yurt dışı gezileri için...
Yalnız gezebilen insanları takdirle karşıladım ama ben o grupta değilim sanırım...Yalnız yaşıyorum, yalnız her işimi yaparım, her türlü etkinliğe katılabilirim ama asla yalnız gezemem...Belki zamanla bunu yenebilirim ama şimdilik ıı ııhh...
Son bir kaç yıldır zor zamanlar geçirirken ne yapsam da kafayı yemesem diye düşünürken sanırım ben de yapmam gereken şeyi çocukluğumda buldum...
En sevdiği kitap atlas olan, bacak kadarken yollarda olmayı seven, 12 yaşında tek başına ülkeler arası aktarmalı yolculuk yaparken kendini acayip iyi hisseden çocukla da sanırım o zaman karşılaştık...Melo bulduğun bu gerçek bize pahalıya patladı dese de biliyorum o da çok memnun bundan...
Zaten binlerce leyleği havada gören ben değilim sonuçta...Söylemesine göre insanı beş yıl gezdirecek kadar leylek varmış havada...
2015 için altı ayrı gezi planlıyorum, her birini ayrı ayrı planlıyorum, ayrı ayrı bütçe planlaması yapıyorum...Ve kafamı sağlam tutmamın tek yolunun bu olduğunu biliyorum...

Hacer

24 Aralık 2014 Çarşamba

Gez Dünyayı, Ye Konya'yı...III


Gürültülü otelimizde zor bir gece geçirdikten sonra sabah sisli ve buz gibi bir Konya sabahına çıktık…Otelde hafif bir kahvaltı ettikten sonra Mevlana Müzesi’ne, Şemsi Tebrizi Hazretleri’ne, Şerafettin Camii ve Aziziye Camiilerine gittik.

Bu günkü ilk lokanta durağımız Hasan Şendağlı’nın Aziziye’deki etli ekmek salonuydu. Konyalıların Yağlı Somun dedikleri ve sabah saatlerinde çıkan küflü peynirden yapılan bir börek yemeye gittik. Ben ki üniversite hayatımda bu küflü peynirin kokusuna tahammül edemezdim ama bu pideye bu sefer bayıldım…
Yağlı Somun 5 TL, çay yine 1 TL…

Günün geri kalan kısmını biraz Alaaddin Tepesi’nde, biraz cafelerde geçirdikten sonra günün bir başka çarpıcı durağına doğru yol aldık… 




Burası önceki gelişimizde uğrayamadığımız Tiritçi Mithat…Cumartesi kapısından geçtiğimizde içerisinin tamamen dolu ve kapısında ise yaklaşık 20 kişilik bir sıra olduğunu gördüğümüz Tiritçi Mithatı’ı Pazar günü gayet sakin buluyoruz…
Menüsünde sadece Tirit, Zerde ve Havuç Suyu olan dükkanda yemekte yoğurt olduğundan ayran bile servis edilmiyor.
Konya esnafı müşteri ister diye herşeyi barındırmak yerine olması gerekeni ve uzmanlığı olan şeyleri satıyor. Hem esnaf dayanışmasından hem de kendi iş yükünü artırmak istemediğinden sanırım hiçbir lokanta kendi çay yapmıyor. Çayla çay ocağından geliyor…
Tirit’i ne kadar çok sevdiğimiz 1,5 tiriti kısa bir sürede yutmamızdan tabiki belliydi ama benim için hala birinci fırın kebatı. Melo ise kalbindeki tahti çoktan tirite vermişti, fırın kebabla olan ilişkisini askıya almıştı…
Bu arada tirit ve fırın kebap kuzu etinden yapılıyor, eğer yemiyorsanız gitmeyin. Gdip de ne olduğunu orada öğrenip masadan kalkarsanız sizinle dalga geçiyorlar benden söylemesi…
Tirit’in porsiyonu 19 TL yaşattığı mutluluk tarif edilemez…

Konya’da son üç saatimizi daha önce planladığımız gibi Melike Hatun Çarşısı’nda alışveriş yaparak geçirdik.
Konya civarında yetiştirilen doğal ürünler alalım diye girdiğimiz çarşıdan fasulye, bulgurun yanında dört tane de köy tavuğu aldık çıktık…Hayatımda ilk defa bir tavuk temizledim ve tavuğun içini açtığımda gördüklerimin hiçbirini tanımadığımı fark ettim…Bu da başlı başına bir yazı konusu zaten…Hele tavuğun kilosunun 5 TL olması ve dört tavuğa 25 TL vermiş olmamız İstanbul’daki fiyatlarla kıyaslandığından kitap yazılır üstüne…Konya’ya gitmede bir hafta önce Beyoğlu Balık Pazarı’nda köy tavuğunun kilosundan 25 TL istemişlerdi. Başka sözüm yok. Kitabımın adı ise “İstanbul Büyük Bir Dolandırıcı Dostum, Ama Biz Bunu Hep Biliyorduk Zaten…”
Son olarak Konya’da İstanbul’un yarı fiyatına olan ve her çeşidi olan hurmalardan aldık…Çekirdek yerine içinde badem olan hurma bir numaralı tercihim…
Vakti olanlar ve bu tür gıda alışverişlerini sevenler için bu çarşı çok çok güzel bir yer…
Biz Konya’ya daha önce gittiğimizden ve müze vb yerleri daha önce gördüğümüzden bu gezide bunlara yer vermedik. İlk defa gidenler için gezilecek bir çok müze, tarihi yapı vb yerler var…
Bu gezi bizim için biraz gurme turu tadında oldu…
Gezinin sonunda yiyemediğimiz etli etmek ve küflü böreği de tekrar Hasan Şendağ’lının fırınına uğrayıp paket yaptırıp trende yemek üzere yanımıza aldık…
Gar’a Mevlana bölgesinden direk dolmuşlar mevcut. Pazardan geliyormuşçasına gittiğimiz tren istasyonunda olağanüstü bir yoğunlukla karşılaşıp trenimize zor bal binip bu sefer tam 4 saat 15 dakikada Pendik’te olduk…
Konya’ya gidin, Konya’da yemek yiyin, Konya’da hala sadece kendi uzmanlık alanındaki yemekleri pişiren prensipli ustaları taltif edin…

Hacer

Gez Dünyayı, Ye Konya'yı...II

Konya/ Hz.Mevlana Müzesi-Aralık 2014
Son Konya gezimizi 20-21 Aralık tarihlerinde hızlı tren sebebiyle yaptık. Konya İstanbul hızlı treninin açılması sebebiyle bir hafta ücretsiz sefer yapacak haberini duyduğum andan iki saat sonra Sirkeci Gar’da bilet sırasındaydım.
Cumartesi sabah 07:10 gidiş,  Pazar akşamı 18:35 dönüş tren biletlerimizi aldık ve heyecanla neler yiyeceğimizin planlarını yapmaya başladık. Sabah arabamızı Pendik Gar yanındaki otoparka bıraktık ve iki gün için 20 TL ücret ödedik.
Tam saatinde kalkan tren yolda teknik bir arızadan dolayı kısa süre bekleme yaptı. Ancak bu arızadan dolayı çok da hızlı gidemedi ve 11:24’te Konya’da olması gereken tren 12:30’da ancak vardı. Önceki gelişimizde Öğretmen Evi’nde kalmıştık ama bu sefer yer olmadığından Mevla civarında Garra Otel’e gittik. İki kişi 110 TL ödedik. Fena bir yer değildi ama çok temiz değildi, bir de çok işlek bir caddede olduğundan aşırı gürültülüydü…
Ancak otelin ennn süper yanı gittiğimizde personelleri için yaptırmış oldukları fırın kebap ve pilavdan bize de ikram etmeleriydi. Gerçekten ama gerçekten bir harikaydı. Fotoğrafını çekip başucuma asmalıydım ama çekmemişim. Kendimi asla affetmeyeceğim…

Lezzetli olduğu kadar fotojenik Fırın Kebap
Otelde hoş geldiniz kebabını yedikten sonra karnımız tok olduğu halde ilk işimiz fırın kebabın babası Ali Baba’nın dükkanına gitmek oldu. 
Yalan yok son geldiğimden bu yana ben burayı sayıklıyordum ve sadece burası için bile bu geziyi yapabilirdim.
Ali Baba’da gramaja göre sipariş veriliyor. Biraz tok olduğumuzdan ancak 100 gr yiyebildik. Fırın kebap altında ve üstünde tırnak pide ve soğan ile masanıza geliyor. Çatal, bıçak yok. Zaten gerek de yok...Et sizin dokunmanızla kendini bırakıyor böyle bir güzellik, yumuşaklık, kibarlık bir ette ancak bu kadar olur…
Gidin ve yiyin. Google’dan Vedat Milor ve Ali Baba’nın videolarını izleyin...Tadın, tattırın, bu şölenden kendinizi mahrum bırakmayın…J İki tane 100 gr kebap, bir şalgam suyuna 29 TL hesap ödedik…
Ali Baba’dan sonra Aziziye ve Mevlana civarında dolaşmaya başladık. Mevlana Türbesi çok kalabalıktı sabah gelmeye karar verdik ve ayrıldık…

Konya- Nar-ı Aşk Kafe-Aralık 2014
Mevlana civarında Nar-ı Aşk diye hem hediyelik ürünler satan hem de cafe olarak hizmet veren bir yerde kahve içtik, fena değildi…İki kahveye 10 TL ödedik…

Buz gibi havada sizi sıcacık saran höşmerim
Bu kadar yemenin üstüne çok üzülerek akşam yemeği yiyemedik ama bu öğünü boş geçirmedik ve yöresel bir tatlıyla günü kapattık…
Konya’da Höşmerim olarak bilinen ama Balıkesir yöresinin Höşmerim’î ile alakası olmayan temelde kaymaklı un helvası olan bu tatlıyı öğrencilik hayatımın da bir numaralı mekanlarından Zafer caddesinin girişindeki Camlı Köşk’te yedik. Çok mükemmel değildi ama bizi o akşam için mutlu etmeye yetti. Höşmerim 5 Tl, çay ise 1 TL’ydi…

Hacer

Gez Dünyayı, Ye Konya'yı-I

Yirmi yıl önce Karadeniz'den yola çıkan bir Şahin dolusu aile üyesiyle ülke çapında akraba turuna çıkmıştık. Klimasız mavi bir Şahin'le yazın bağrında Giresun'dan, İstanbul, Bursa, Aydın, Konya ev Ankara'ya gidip 15 gün gezip yuvamıza geri dönmüştük. Bu gezinin tek akrabasız lokasyonuydu Konya. Hepimiz ilk defa gitmiştik, bir yer bilmiyorduk, ilk defa otelde kalmıştık.Yani benim için tüm gezinin en heyecan verici durağıydı ve o an 2-3 yıl sonra uzun soluklu bir ilişkimizin başlayacağının henüz farkında değildik...
İkinci karşılaşmamız bu geziden üç yıl sonra oldu. Bir gece kalıp gezip tozup eve gitmek güzeldi de, üniversite için dört yıl burada olacağını bilmek hiç zevkli değildi...
Geriye dönüp baktığımda çok güzel günler geçirdim demek isterdim ama ilk aklıma gelen çok soğuk günler geçirdim oluyor vallahi... Yani bir soğuk ancak o kadar soğuk olabilir...Nasıl anlatsam bilmem ki bir memleket daha da soğuk olamazmış gibi geliyor bana...Daha da soğuk bir memlekete gitmedim gerçi bu ondan da olabilir tabi...
Dört yıl da böyle geçirdikten sonra ben artık sevgili yuvam İstanbul'a dönüp Konya'
yı unutmuştum ki çeşitli sebeplerle gezmek için Konya'ya yolum düştü tekrar...
Konya'yı aile gezisi ve üniversite hayatı dışında başka bir gözle görmeme sebep olan bu gezileri her zamanki seyahat ekürim Melo ile yaptık. Ve üstad Vedat Milor'u takip ederek gezerken başlığı terennüm edip durduk...Gez dünyayı, ye Konya'yı...
Üniversite hayatında insan damak tadına bu kadar düşkün olmuyor mu acaba, ya da ne yaptığının farkında olmadığı gibi ne yediğinin de mi farkında olmuyor bilemiyorum…Kokusundan fellik fellik kaçtığım küflü peynirine aşık oldum, ya ben bunu sevmiyorum dediğim Fırın Kebabı rüyalarıma giriyor artık...
Kısaca Konya ile ilişkim aslında son iki geziyle asıl anlamını kazandı diyebilirim...
Bu yazıyı okuyan birileri olursa ya yarım sayfa yazmış Hz. Mevlana'dan ya da Şemsi Tebrizi'den hiç bahsetmemiş yuhh diyebilir... İnternette konu hakkında o kadar çok kaynak varki benim satırlarım zaten iki muhteremi anlatmaya yetmeyecektir. O yüzden bu yazı Konya'nın yemem - içme dünyasında yenen hakkını teslim etmeyi hedefliyor...
Takip edenler bilir Vedat Milor'u her ikisi de Konya'lı olan babaannesi ve dedesi büyütmüş. Bu yüzden kendisinin Konya mutfağına ilgisi ve beğenisi çok yüksek. Onun rotasını izledik ve son iki gidişimizde de kendimizden geçtik...

Gez Dünyayı Ye Konya'yı II

Hacer

22 Aralık 2014 Pazartesi

Bir yılda kaç ay var...

Bodrum/Ağustos 2014
Bir kaç senedir izliyorum kendimi... Sonunda fark ettim yazın bana bir şeyler oluyor...Yok öyle yaz geldi, içim kıpır kıpır, deniz tatil yaşasın hissi değil bu gelen...Baya baya ben ben olmaktan çıkıyorum yazın, içimden başka biri fırlıyor, yaz boyu bana hakim oluyor, olmayacak işler yaptırıyor ve sonbaharda da çekip gidiyor. Ben yine normal halime dönüyorum...
Oldum olası yaz mevsimini çok sevmem. Aşırı sıcak insanı hiç değilim...Yazın gündüz vakti dışarı çıkmam için baya iyi bir sebebim olması gerekiyor. İş yerinde de gün içinde ofis dışına çıkacaksam üç gün önceden kahırlanmaya başlarım. Gideceğim mesafeyi göz önüne alıp ona göre giyinirim, elimdeyse gidiş-dönüş saatlerimi ayarlarım vs vs... Yani kısaca yaz bana göre değil...
Yazı sevmediğimden ve sıcaklara tahammül edemediğimden mi içimden başka biri fırlıyor acaba diye düşünmüyor değilim...
Yazın bu hale geldiğimi bildiğimden elimden geldiği kadar bir yere gitmemeye çalışıyorum aslında. Ama bu yaz işler değişti. Ucuz bir bilet aklımı çeldi ve Bodrum üzerinden Yunan adalarına geçip Kos-Simi-Rodos tatili yaptık. Sekiz günü detaylı anlatacağım bir yazı yazarım ama düşününce ilk aklıma gelen çok sıcaaakkkk oluyor. Gündüz denizde, eski şehirlerde, kalede, cafede gezerken baya baya kalp krizi geçirdiğimi düşündüğüm anlar oldu. Gezi arkadaşım beni bırakıp Shengen Vizesiyle Yunanistan'dan en yakın ülkeye kaçma planları yaptı. Saat 4'ten önce güneşe çıkmayan yazlık ahalisi gibi otelin balkonunda oturacağım diye direttiğim de oldu, sabah 06:00'da gezelim diye ısrar ettiğim de...
Geçtiğimiz hafta sonu Konya'daydım ve hava bi ara -2 dereceydi. Öğrenciliğim Konya'da geçtiğinden İç Anadolu soğuğunu çok iyi bilmeme ve ona göre giyinip gitmeme rağmen oldukça üşüdüm. Ama o anda bile yazı özlemedim.
2015 için tatil planı yaparken yaz mevsimini sadece haziran ve eylül olarak aldığımı farkettim. Temmuz/Ağustos aylarını hem Ramazan'dan dolayı hem de bu sıcak korkumdan dolayı planlarıma katmıyorum artık...
Yaz ile olan derin sınavımdan dolayı benim için yıl artık 10 ay...

Hacer

Bilet bul,planla, biriktir, git...

Yunanistan/Simi Adası-Ağustos 2014
İdeal metinlerin temel kurgusu hep aynıdır. Giriş, gelişme, son... Bir metine başlarken uygun bir girizgah, olay örgüsünü anlattığınız bir gelişme ve tüm bu metini bağlayıcı bir de son oluşturmanız gerekir...(Misal ben şu an kendi yazımın giriş kısmındayım:)
Bu temel kurguyu insan hayatının bir çok alanında bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde uyguluyor aslında...
Özellikle kadınlar...Piiiiiiii...Kadın plan demek, kurgu demek...Giriş, gelişme ve son olarak planladığı işi yapmak için yapacaklarını bile planlar, yazar, çizer, eder...Masamda onlarca kağıt var. Her birinin üzerine ayrı bir şey planlayıp ayrı bir şey not almışım. Bir süre sonra hatırlamak için baya bir düşünmem gerekiyor. Olsun... Seviyorum yazıp çizmeyi ve her detay üzerinde düşünmeyi:)
İş gezi konusunda plan yapmaya gelince bu sistem ben de daha da derinlemesine çalışıyor. Gezi sürecimi planlarken de giriş, gelişme, son çalışmasını uyguluyorum....
Benim bir yere gitmem için baya bir süre plan yapmam, araştırmam, ekonomi yapmam vs gerekiyor...Gezi bloglarını okuyunca benim gibi insanların çok olduğunu görüyorum. Bir de "hafta sonu ne yapsak diye düşünürken Paris'e gitmeye karar verdik, heyyooooo" insanları var ama onlar konumuz dışında...Öyle bi anda karar verdiğin gezinin zevki mi çıkar beeee:))
Gezi rotalarımı en çok görmek istediğim yerler oluştursun diye düşünüyordum ama ekonomik koşullar buna müsaade etmediğinden benim rotamı bilet bulduğum yerler oluşturuyor....
Örneğin 2013 yılı sonbaharında 3-4 ay sonrası için bi yerlere gitmek istiyordum ama neresi olacağına karar vermemişken Pegasus'un çok uygun bir Balkanlar kampanyasına denk geldim ve bunu planlamaya başladım....Ekonomik koşulları çok da iyi olmayan gezginler için Balkanlar harika bir rota. Zaten tüm gezi yazarları da bundan bahseder...
Gezi için plan yapmak, para biriktirmek, rota oluşturmak, sormak soruşturmak bana kendimi çok çok çok iyi hissettiriyor...Bu yüzden uzun vadeli planlar yapmayı seviyorum...Ülke içi gezilerinde daha kısa vadeli planlar yapabiliyorken özellikle yurt dışı gezilerinde uygun bilet bulmak için uzun vadeli planlar yapmam gerekiyor...
2015 için iş planı hazırlar gibi gezi planı hazırlıyorum bu ara...2014'ü anlatırken bunu da anlatırım...
Aynı kurguyu İstanbul için de yapmayı çok seviyorum...Malum İstanbul rastgele gezmekle bitecek bir şehir değil...Her zaman gittiğim alanlar dışındaki bölgeler için biraz araştırma orayı daha tatlı gezmek için iyi oluyor...Bölgedeki tarihi yapılar, ünlü lokantalar, cafeler vb araştırmalar gittiğim yeri tanımama yardımcı oluyor. Bu konuda yakın bir zamanda bir kaynak da edindim. İstanbul'a ilk geldiğimde Murat Belge'nin İstanbul Gezi Rehberi'ni okuyup ona göre gezmek istemiştim ama o kadar detayla gezmek ne mümkün. Profesyonel değilsen bu aşırı detaylı bir kitap maalesef. Ben Haldun Hürel'in İstanbul Nasıl Gezilir kitabını aldım geçen hafta. Bölge bölge uygulanabilir rotalar ve bu rotalar üzerindeki tarihi yapılardan bahsediyor...
Biraz da böyle gezelim bakalım...

Hacer

2014'e Genel Bakış...

Karadağ/Kotor-Mayıs 2014
Blog ve sanal alem paylaşımlarının amacı kişiye göre değişmekle beraber anlık bilgi paylaşımı yapılabilmesi ve bir çok bilgiye anında ulaşabiliyor olmak en temel özelliklerinden biri hepimizin bildiği üzere...

Hepimiz bir şey yapacağımız zaman önce internete girip bilgi topluyor, bizden önce onu yapanların tecrübelerini dikkate alıyoruz. Öyle ki iyi ya da kötü hakkında herhangi bir yorum ya da bilgi olmayan bir firmaya şüpheyle yaklaşabiliyoruz...İllaki birileri gitmiş ve bi şeyler yazmış olmalı bu devirde...Net!

Bu girizgahı aslında kendimiz için yaptım. Ben de Zamane Yolcuları'nın (Hacer/Melo) bir sürü yol ve yolculuk hikayesini yazmak istiyorum ama bu yazının başlığından da anlaşılacağı üzere benimkiler en azından bir süe geçmişe yönelik olacak.
Yani sanal alemin en temel özelliğini kullanmayacağım ve anında iletişim yapamayacağım. Zayıf bir ihtimal ama belki bundan sonrakiler için olur...
Kendilerine aşırı derecede saygı duyduğum, hem gezip hem de not tutan ve içtiği suyun parasını, hatta suyu aldığı sıradan sokak büfesinin adresini ve adını paylaşan titiz bloggerlar gibi detaylı bilgi zaten veremeyeceğim...
Evet yola çıkmadan bu bilgilere çok fena ihtiyaç duyuyorum ama yolda maalesef hem gezip hem de not alamıyoruz...
Titizler hepimiz için bu bilgileri paylaşsın ben ise gittiğimiz yerlerin hikayelerini anlatayım en iyisi...


Hacer