1 Aralık 2015 Salı

İki Teker …

 

Aylarca neden yazamadığımla ilgili günah çıkarırken 2015 yaz mevsiminde motosiklet kullanmaya başladığımdan bahsetmiştim. Yaklaşık bir sene önce ısrar kıyamet bi arkadaşımın artçısı olduğum güne kadar çok heves ettiğim ama çok da tehlikeli olduğunu düşündüğümden uzak durduğum bi araçtı motosiklet.
O yaz akşamı motor üstünde boğaz köprüsünden geçerken ne kadar zevkli ve aslında çok da korkulacak bir şey olmadığını fark ettim. Yapardım yapamazdım diye düşünürken bi taraftan da internetten araştırma yapmaya başladım.
Karar vermem, kurs bulmam, kışın geçmesi felan derken bu arda neredeyse 6-7 ay geçti. Etraftan duyduğumuz bisiklet kullanan bunu da kullanır, ne var bi gaz bi fren vs vs gibi aslı astarı olmayan bilgilerin yanlış olduğunu henüz bilmediğimden kısa sürede halledip trafiğe çıkabileceğimi düşünüyordum. Heyhaaaaattt…
Koca bir yaz o kıyafetlerin ve kaskın içinde yanıp yanıp kül olmadığım her saat her dakika bu kafama lanet edip durdum. Tüm yaz aynı şeyi söyledim ya bi insan nasıl bu kadar bunalıp bayılmıyor yahu, inanılır şey değilJ
İstanbul’da bir çok kursu arayıp ya bi iki saat gösteririrz, zor değil abla gibi saçmalıkları dinledikten sonra doğru geçen senelerde kaz yağan Tamer Karadağlı’nınbir ropörtajında eğitim aldığını söylediği Gis Akademi geldi aklıma.


Kursu aradım, gerekli evrakları tamamladım ve Beşiktaş ofislerine gidip yazıldım. Heyecanla 13 Haziran’daki temel eğitimi beklemeye başladım. Temel eğitim günü geldiğinde hayatımda ilk kez gittiğim Kemerburgaz’a doğru arabasız bi şekilde yol aldım. Gis Akademi kendine ait pisti olması, başka motorcularla tanışılması ve hocalarının işinin ehli olması ile harika bir yer ama açık söylemem   gerekirse yeri biraz uzak. Benim evime yakın olmasına rağmen otobüs – dolmuş vs ile oldukça zorlandım gitmekte. Ben ki bu şartlar altında hiçbir kursa asla asla asla gitmeyecekken tüm yaz boyunca hem de toplu taşıma kullanarak Kemerburgaz’a gittim geldim…


Hacer

27 Kasım 2015 Cuma

Karadeniz Yaylaları'ndan Ordu'ya...


Her sene değişik yerlere yaptığım gezilerin değişmez adreslerinden biridir Giresun. Çünkü ailem orada yaşıyor ve ben senede bir kez mutlaka Giresun'a gidiyorum. Doğmadığım ama büyüdüğüm bu şehri ve çoğu yaylasını karış karış bilirim. Babam ve tüm ailem yayla-köy hastası olduğundan çocukken pek de hazzetmediğim bu yaylalarda geçti tatillerim.
Bi zaman geldi bi baktım iple çeker olmuşum bu gezileri. Bu gezideki ekibim ailemin yanı sıra İtalya seyahatimden de tanıdığınız bir numaralı kankalarımdan biri yeğenim Mihrimah ve kardeşi Rana. Ben Giresun'a gittiğimde koloni halinde sürekli beraber gezeriz dağ-taş-sahil fark etmez.
Ramazan bayramı öncesinde gittiğim Giresun'da bir kaç gün şehrin nemli yapış yapıl sıcağında geçirdikten sonra ver elini dağlar diyerek ailecek iki araba yayla yollarına koyulduk. Giresun Dereli ilçesinden gidilen köyümüz Konuklu ve Küçük Köy. Planımız bu köylerde yaşayan akrabalarımızı ve mezarlarımızı ziyaret edip dönmekti ama planlar yolda değişti ve iki günlük sıkıştırılmış Karadeniz yaylaları turu yaptık.




Giresun'a gelip hangi yaylaya gitsem diye sorsanız bana ben de herkes gibi size önce Kulakkaya Yaylası'nı öneririm. Şehir merkezine 45 km mesafede ve 1500 rakımda bulunan bu yayla diğer yaylalara göre daha bir arada konumlanmış ve yolları daha güzel. Biz hiç otelde kalmadık tabi ama yaylalarda artık çok güzel oteller var istediğiniz gibi konaklayabilirsiniz. Tabi bu yaylaların en önemli nimetlerinden biri de doğal ortamda yetişen hayvanların etlerini siparişiniz üzerine ızgarada pişirip önünüze getiren kasap lokantalar. Etiler- Bebek ekseninde yeni yeni açılan bu kasap lokantalar bizim yaylalarda 30 yıldır vardı:) Hayvanı orada keserler, orada pişirirler ve aynı yerde de yersiniz. Lezzetine inanamazsınız...






Biz Kulakkaya ziyaretimizden sonra bu sefer rotamızı İkisu köyüne çevirdik. Aslında amacımız dönmekti ama hiç bi planımız tutmadığından bu da tutmadı ve dönemedik:) Çünkü ertesi gün Şebinkarahisar'a gitmeye karar verdik. Giresun'a 108 km uzaklıkta bulunan Şebinkarahisar iklimi ve bitki örtüsü ile Karadeniz'den çok farklı bir görüntüye sahip.

Bir çok tarihi ve turistik yapının bulunduğu Şebinkarahisar özellikle dut, pestil, ceviz gibi ürünler ve bu ürünlerden türetilmiş bir çok özel gıda sunuyor ziyaretçilerine.

Şebin'de dut bahçelerine girip istediğiniz kadar dut yiyip isterseniz oradan toplayıp sadece aldıklarınızın parasını ödeyebiliyorsunuz. Hem dalından dut yiyip, hem çok güzel fotoğraflar çektirip hem de istediğiniz kadar duta sahip olabilmeniz harika değil mi?

Şebinkarahisar'dan dönüşte Giresun'un bir diğer ünlü yaylası olan Kümbet'e gelip çay içmek istedik ama ne mümkün. Çocukluğumuzda sadece köylüyü ve bir avuç arabayı barındıran yaylaya tur otobüslerinin oluşturduğu trafikten giremedik. Ve geri dönmemiz bile yarım saat sürdü. Bu bi açıdan sevindirici diğer açıdan kafa karıştırıcı bir şey. Turizm bölge halkı için iyi ama bu kadar turistin ve onlar için alt yapı oluşturan insanların çevresel duyarlılığı nasıl bilinmez.







Kümbet'e giremeyince bu sefer Giresun yayla yollarında sıkça rastlanan dere kenarındaki alabalık tesislerinden birine oturduk. Bu tesisler içlerinde olan havuzlarda yetiştirdikleri alabalıkları istediğiniz şekilde pişirip salata ile servis ediyorlar. Yetiştirme balığı çok sevmesem de açık havada gayet güzel gidiyor.

Akşam vakti döndüğümüz İkisu Köyü'nden artık ayrılıp tek araba yola devam edip şehre inmem gerekiyordu. Giresun veya diğer karadeniz şehirlerinin özellikle yaylalarında gezerken en önemli önerim geceye kalmayın:) Zaten çok virajlı olan yollar gece olduğundan iyice zorlaşır ve hangi mevsimde olursanız olun sis tehlikesi her zaman vardır. Ben yıllardan beri aynı yolu gidip geldiğim için nasıl gideceğimi ve nerede ne olduğunu bilmeme rağmen benzinimin de azalmasıyla strese girmedim desem yalan olur. Şehre inişte ilk ilçe olan Dereli ilçesine kadar benzinlik maalesef yok. Bu da bize ne gösteriyor yaylaya çıkacaksanız deponuzu doldurup gidin.





Giresun'a inip evde bir gün mola verdikten sonra ertesi gün tüm ekip toplanıp bu sefer Ordu Boztepe'ye gittik. Önceden bizim karayolu aracıyla döne döne tırmandığımız Boztepe'ye bir süre önce teleferik yapıldı. İstanbul Pierloti- Eyüp arasında olan teleferiğin aynısı olan teleferik ondan daha uzun süreli bir yolculuk sunuyor.
530 m yükseklikteki Boztepe'ye çıkan teleferik 2.350 m güzergahı boyunca 6.5 dakika boyunca gidiyor ve istisnasız Karadeniz'in en güzel manzaralarından birini vadediyor. Yolunuz o tarafa düşerse mutlaka binin ve yaz ise en az yarım saatlik bir sıra beklemeye hazır olun.

Boztepe'ye çıktığınızda yöresel yemekler, pideler yiyebilir veya biraz daha adrenalin istiyorum derseniz yamaç paraşütü yapabilirsiniz.






Bu seneki Karadeniz gezim yaptığım yayla ve Ordu turuyla harika geçti.

Karadeniz'i özellikle Giresun ve Ordu'yu rotanıza muhakkak alın...

Sen ne güzel şehrimizsin İzmir… V. Gün İzmir



İzmir’de beşinci, şehir merkezinde ikinci günümüzde Allah biliyor ne yesek diye kalktık yataktanJ Sabah kahvaltıdan başlayarak gün boyu Kemeraltı ve civarında gezdik ve ne bulduysak yedik.
Şimdiye kadar yediğim en lezzetli kokoreçi, manisa köftesini ve tatlıyı Kemeraltı’nda yemiş olabilirim. Kahvaltı, öğlen ve akşam yemeği için Kemeraltı’na gelmemizin haricinde kalan vaktimizde İzmir Arkeoloji Müzesi’ne, Tarihi Asansör’e ve Kemeraltı’ndaki pasajları ve tarihi çarşıları gezdik.
Kemeraltı’nın sokaklarındaki kahvecilerde oturduk kahve içtik. Aslında gezip tozup Kemeraltı’na döndük diyebiliriz…











Akşam ise bu sefer Kordon’da yürüyüş yapıp bir şeyler içtikten sonra otelimize dönüp son yarım günümüzü planladık.
Son yarım günümüz de otel ve Kemeraltı arasında geçti. Kahvaltı edip dün yemediğimiz ne kaldı acaba diye bakınırken uçak saatimiz geldi ve döndük.
Benden size bir tavsiye İzmir Adnan Menderes Havalimanı ve şehir arasında raylı sistem var ama varmış gibi düşünmeyin. Zira biz bindiğimizde İzban yolun yarısında bozuldu ve baya bir bekleme yapmak zorunda kaldık. Biz uçağa yetiştik ama daha uzun arızalarda kritik olabilir. En güzeli Havaş kullanmakmış bizde bu şekilde öğrenmiş olduk…

İzmir gezimizden çok mutlu, çok eğlenmiş ve damak zevkimiz çok gelişmiş olarak döndük. Bu geziyi her sene hatta senede bir iki kez tekrar edebilirizJ

Sen ne güzel şehrimizsin İzmir… IV. Gün Alaçatı- İzmir


Ertesi sabah Morro Otelin fotoğraflarda da gördüğünüz harika kahvaltısı ile güne başladık. İstanbul’da benim diyen bir çok mekanda bu kahvaltı çıkmıyorJ
Güzel bir kahvaltıdan sonra bu sefer Ilıca’ya gittik ve Ilıca’nın o ünlü kumluk, ılık plajlarında deniz sefası yaptık. Öğleden sonra ise zor da olsa Alaçatı’dan ayrılıp İzmir yoluna düştük…






İzmir’e akşamüstü ulaştık ve şehir içinde arabaya ihtiyacımız olmayacağından arabamızı teslim edip otelimize ulaştık. Oteli tabiki Booking.com üzerinden ayırttık ve Ramada Plaza’da kaldık. Booking.com’un yaptığı indirimlerle gayet avantajlı bir fiyatla Ramada’da kaldık. 5 yıldızlı bir otel için gecelik kişi başı 60 TL ödedik ve çok memnun kaldık otelden. Otel rezervasyonlarında muhakkak Booking’i kullanın. Her rezervasyonunuzda biraz daha indirim kazanıyorsunuz ve gayet avantajlı fiyatlara konaklayabiliyorsunuz.




Akşam otelimizde biraz dinlendikten sonra İzmir’i gezmeye çıktık. Yürüyerek Kordon’a indik ve sahilde biraz turlayıp kendimizi Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne attık. Söğüş ve kokoreç yemek için tavsiye edilen adresler burada olduğundan güneşi batırır batırmaz soluğu burada aldık. Bundan sonraki yazılarda da göreceğiniz üzere İzmir gezisi tamamen yeme içme ekseninde döndü.




Bu fotoğraflarda Melike'nin Löp Löp Kokoreç'te kokorecin olmasını beklerkenki halati ruhiyesini görebiliyoruz. Kokoreci o kadar sevdiki eteğimizde dolaşan bir sokak köpeğine de bir porsiyon ısmarladı. Ama onu fotoğraflamayı maalesef unutmuşuz.







İnanılmaz lezzetli ve ucuz olan izmir’e sadece yemek yemek için bile gidilir. Hatta biz şimdi kışa ucuz bi bilet bulsak da gitsek diye düşünüyoruzJ

Sen ne güzel şehrimizsin İzmir… III. Gün Seferihisar - Alaçatı


İzmir’de üçüncü günümüzde artık Selçuk’a veda etme vaktimiz gelmişti. Rotamız Seferihisar oradan da Alaçatı’ya gitmekti. İzmir’e her sene gidebilirizdeki İzmir aslında Alaçatı-Çeşme ve İzmir merkezi kapsıyor. Yani Alaçatı bunda çok önemli bir rol oynuyor.

Seferihisar ise Slowcity olması itibariyle son dönemde çok ilgi çeken ve bir çok blogda bahsi geçen bir bölge bilindiği üzere. O kadar yakınına gelmişken uğramadan geçmeyelim dedik ama bu fikir bizi pek de memnun etmedi açıkçası.

Selçuk – Seferihisar arası 72 km ve yol yaklaşık bir saat sürüyor. Sağı solu izleyip giderken bu iki bölge arasına kurulmuş bir savaş tatbikatına denk geldik. İlk defa böyle bir şey gördüğümüzden fotoğraf çekmeden geçemedik tabi. Sahra çadırları, tanklar, çadırlar gerçek bir savaş bölgesi gibi kurulmuş bir alandı.


Seferihisar ‘a geldiğimzide eski kale içi bölgesine gittik ve kale dışında aracımızı park edip gezmeye başladık. Kale içinde restore edilmiş evlerin olduğu sokakları gezdik, mekanları inceledik ve en son sahilde bir çay bahçesinde bi Anadolu kasabasında içtiğimzi en pahalı kahvelerden birini içtik. 8 TL.
Biraz gezdikten sonra kale dışında bir esnaf lokantasında İşkembe Çorbası içtik. Seferihisar gezisinin en güzel tarafı buydu sanırımJ











Seferihisar’dan sonra Alaçatı yoluna çıktık ancak bu yol bizim için biraz maceralı oldu. Anayoldan gitmek varken bize tarif edilen kestirme Urla yoluna girmemiz bize baya bir macera yaşattı. Siz bence ana yoldan tabelaları takip ederek gidin.

Biraz maceralı da olsa yolu tamamlayıp Alaçatı’ya ulaştık ve şimdiye kadar kaldığım en güzel otellerden biri olan Morro Otel’e vardık. Biz Alaçatı’ya ilk defa geçen sene gitmiştik ve çok çok beğenmiştik. Ancak geçen sene Ot Festivali’ne denk geldiğimiz için çok kalabalıktı ve kalamamıştık.
Bu sene sakin bir zamanda gidelim ve bir gece kalalım istedik. Otelimizi yine Booking.com üzerinden ayırttık ve çok beğendik. Morro Zeynep Hanım’ın butik oteli ve inanılmaz zevkle ve incelikle tasarlanmış bir otel. Melek Hanım tarafından hazırlanan 5 çayı ve kahvaltısı da gerçekten anlatmakla bitmez. Alaçatı’ya geldiğinizde bu otelde muhakkak kalın.





Otel yerleşip biraz dinlendikten sonra Alaçatı’yı gezmeye çıktık. Alaçatı ciddi anlamda ve yok artık denecek kadar pahalı bir yer ama kabul edelim çok güzel. Ben bu kadar pahalı e popüler yerlere karşıyımdır ancak Alaçatı’yı sevmekten kendimi alamıyorum.
Bol bol fotoğraf çekip Alaçatı İmren Pastanesi’nde sakızlı muhallebimizi yiyip kahvemizi içip, biraz o mekanda biraz bu mekanda takılıp Alaçatı’da yine çok keyifli zaman geçirdik.
Yalnız gece çok enteresan bir şey oldu ve tüm Alaçatı’da elektrikler gitti. Sokak lambaları dahil bütün Alaçatı karanlığa gömüldü ve otelimize telefonların ışığıyla döndük.