3 Haziran 2015 Çarşamba

İtalya'da 5.Gün- Murano ve Burano Adaları

 Venedik’te son günümüzü Murano ve Burano adalarını gezmeye ayırdık. Sabah odamızda kahvaltı yaptıktan sonra adalara gidecek vapurettoların kalktığı Fundamenta Nova iskelesine gittik. İskeleden 24 saatlik vapuretto biletimizi alıp ilk olarak Murano adasına doğru yola çıktık. Aslında burada biraz rota kargaşası yaşadık, sıcak ve kalabalık kafamı karıştırınca önce Murano’ya gittik.








Murano adası 10.yy’dan itibaren cam işçiliğinin merkezi olmuş. Zaten Venedik genelinde en çok satılan hediyelik eşya da cam işleri. Biz almak istediğimiz şeyleri Murano adasından alırız diye pek bir şey almamıştık. Ama Murano’dan bir şey alamadık. Hem fiyatlar çok pahalıydı, hem de çok da beğendiğimiz bir şey çıkmadı.



Yalnız Murano cam işçiliğine çok ilgi duymasanız bile çok güzel ve şirin bir ada. Rengarenk evleri ve sessiz sokakları ile hem Venedik’in korkunç kalabalığından uzaklaşıp kafa dinlemek hem de güzel fotoğraflar çekmek için çok uygun.
2-3 saat adada gezip bir kahve molası verdikten sonra sıcak kendini iyice bastırınca otele geri dönüyoruz.
Gidiş ve gelişte yaptığımız Vapuretto yolculuğu ise deniz taşımacılığı nasıl yapılırmış bize öğretti açıkçası. Tahta kalaslar ile belirlenen deniz yollarında vapurettolar, deniz taksiler delicesine bir trafiğin içinde yolcu taşıyorlar. Neredeyse yarısına kadar suyun içinde giden vapurettolar ağzına kadar insan dolu ve herkes hayatından gayet memnun.



Otelde biraz dinlenip yakıcı sıcağı geçirdikten sonra bu sefer aynı yerden Burano adasına doğru yola çıkıyoruz. Burano adası Murano’ya göre daha uzak. Yaklaşık 40 dakikalık bir vapuretto yolculuğu sonrasında adaya ulaştığınızda bu sefer daha da şirin, rengarek bir adayla karşılaşıyorsunuz. Önceden el yapımız dantelleri ile ünlü olan bu adada halen dantel var ama artık hiçbiri el işi değil doğal olarak. Çok daha kalabalık bir turist popülasyonunun olduğu adayı köşe bucak gezmeniz en fazla 2 saatinizi alır. Biz de iki saat kadar gezdikten sonra dönüş yoluna geçtik. Ancak bu o kadar da kolay olmadı maalesef. Zira adadaki vapuretto durağı ağzına kadar insan doluydu. Özellikle San Marco’ya gidecek araçların olduğu dura çok kalabalık olduğundan biz geldiğimiz iskele olan Fundamenta Nova’ya gittik.






Alışveriş yapmak istediğimizden buradan San Marco’ya kadar yürüdük ve üç gündü gözümüze kestirdiğimiz ufak tefek hediyelik eşyalarımızı aldık. Ben tam tersini tahmin etmeme rağmen en uygun ve güzel hediyelikleri Rialto Köprüsü’ndeki dükkânlarda ve tezgahlarda bulduk.
Annemin istediği şekerlik ve kadeh takımını ise otelimizin de bulunduğu Cannegrio bölgesindeki dükkânlardan aldık.
Akşam yemeğimizi Cannegrio’da Mısırlı bir usta tarafından işletilen bir pizzacıdan aldığımız pizzalarla yedik. Evet döndüğümüzden beri pizza yemiyoruz…
Eğer yanınızda annem gibi yeni tatlara kapalı biri yoksa Venedik deniz ürünleri yemek için de çok güzel bir yer. Birçok yerde deniz ürünleri ve deniz ürünleriyle yapılmış makarnalar vardı. Ama biz annemi yalnız bırakmamak için yemedik. Bir daha gidersem sadece onlardan yerim heralde…


Venedik’te son akşamımızda otelimizin hemen arkasındaki Casino durağından Vapuretto’ya binerek güzel bir büyük kanal turu yaptık. Gondola binemediğimizin acısını vapurettoyla çıkardık diyebiliriz. 
Güneş batımına yakın bindiğimiz vapuretto ile akşamüstü ışıl ışıl Venedik’i izleyerek şehirle vedalaştık…
Sabah bizi Bologna’ya götürecek trenimiz çok erken saatte olduğundan çok geç kalmadan odamıza dönüp valizlerimizi hazırlayıp yattık…
Sabah 07:00 treni için vapuretto biletlerimizi son kez Casino durağından Santa Lucia’ya gitmek için kullandık. 2-3 dakikalık bir yolculuk sonrası Santa Lucia istasyonundan Bologna trenine bindik ve bu harika şehirle vedalaştık…
Tekrar, tekrar ve hatta tekrar gitmek isterim…
Ertesi sabah 07:00'deki Bologna treni için 06:30'da Casino durağından vapurettoya bindik ve 3 dakika içinde Santa Lucia istasyonundaydık. Venedik'ten ayrılmanın verdiği huzursuzluğu saymazsan keyifli bir yolculuk ile Bologna'ya vardık. Eşyalarımızı kaldığımız otele bırakıp kahvaltı edip, alışveriş yaptık. Her zaman yaptığımız gibi klasik market gezimilerimizi yapıp makarna, magnet gibi şeyler aldık. Geldiğimiz gibi taksiyle havalimanına döndük. Pegasus uçağı tam zamanında hareket etti.
İtalya'dan ayrıldığımız için biraz buruk olsak da yuvamıza döndük...

İtalya'da 4.Gün- Köşe Bucak Venedik'i Geziyoruz...

Günlerden beri sabah çok erkenden yollara düştüğümüzden bugün kendimize biraz izin verdik. Yakındaki marketten bir şeyler alıp kendimize çay demleyip kahvaltı yaptık. Dışarı çıktığımızda ilk rotamız Academia Köprüsü ve Santa Maria della Salute Bazilikası’nı da içinde barındıran Dorsoduro bölgesine gitmekti.
Otelden çıkıp önce San Marco’ya ulaşıp dinlenmiş bir zihinle tekrar gezdik. Daha sonra Akademia Köprüsü’ne gitmek için San Marco’nun batısından Via 22 Marzo caddesine girip yürümeye başladık. Bu kısımda çok daha lüks oteller ve dükkanlar bulunuyor.








Geze dolaşa, mağazalara gire çeke, bir fotoğraf bir selfie çekerek Akademia Köprüsü’ne ulaştık. Academia Köprüsü kanal üzerindeki dört köprüden bir diğer. 1930 yılında yapılan ağaç köprüye çıkan sokaklar da çok güzel. Köprüden 100-150 m önce geçilen Santo Stefano meydanı çok güzel kafelerin ve yapıların bulunduğu İtalya’daki çoğu meydan gibi harika bir alan. Burada kısa bir süre vakit geçirip köprüden karşıya geçiyoruz.
Köprüden geçtikten sonra Peggy Guggenheim müzesinden geçip Santa Maria della Salute Bazilikası’na ulaşıyoruz. Bir çok görselde Venedik’in simgelerinden biri olan görülen bazilika Büyük Kanal ve Canale della Zattere arasında konumlanır. 1629 yılı Yaz ayı başlarında İtalya'da Venedik'e başlayan ve 1629-1631 yılarında etkiki olan bir veba salgını nüfusun yaklaşık üçte ikisini öldürmesi üzerine yapılmasına karar verilen kilise yapılan tasarım yarışmasını kazanan 26 yaşındaki Baldassare Longhena tarafından yapılmış.
Etkileyici bir bina olan bazilikadan Venedik’in genel manzarasını izlemek de çok keyifli oluyor…
Dönüşte Academia Köprüsü’nü teğet geçip Dorsoduro’dan San Polo bölgesine doğru yürüyoruz. Amaç bölgeyi görmekle birlikte herkesin çok methettiği Antico Forno isimli pizzacıyı bulup pizzaların tadına bakmak.







Gezdiğimiz bölgeler de Venedik’in her yerindeki gibi şaşırtıcı derecede güzel binalara sahip ve tatlı, küçük meydanlardan geçilerek ulaşılıyor. Yoruldukça bu meydanlarda oturup kahve/soda molası verip yolumuza devam edip sayısız fotoğraf çekiyoruz. En sonunda minik Antico Forno’yu bulup ayak üstü pizzamızı atıştırıyoruz.
Kabaklı ve patlıcanlı pizzayı çok başarılı bulduğumu söyleyebilirim. Ekibin diğer üyeleri ise margarita yedi ve onlar da memnun ayrıldı mekandan. Yalnız İtalya gezdiğimiz bölgeler ile ilgili genel olarak yemekten çok da memnun kaldığımız söylenemez. Tabi dini hassasiyetlerimizden dolayı oldukça çok yemek seçip bize uygun olanları yedik ama tatlılar ve dondurmalar haricinde çok harika bir şey yediğimiz söylenemez maalesef. Antico Forno’ya gitmek isteyenler için adres Ruga Rialto, 973.Tarif etmek isterdim ama maalesef bu imkansızJ
Yemek sonrasında Rialto Köprüsü’nden karşıya geçip dört kadın kendimizi alışverişe teslim ediyoruz. Rialto pazar yerinde bir dondurmacıdan dondurma alıp etraftaki insanların gıybeti ile vakit geçirip, odamıza dönüyoruz.




Gün içinde yorgunluktan bitap düştüğümüzden akşamları bir türlü dışarı çıkamadığımızı farkedip bu akşam kendimizi zorlayıp son gücümüzü toplayıp dışarı çıktık.  Akşam üstü bu sefer geldiğimiz yöne Santa Lucia’ya doğru yürüdük. Kanal üzerindeki dört köprüden bir diğeri olan Scalzi Köprüsü’nden San Polo’ya geçip sokaklarda yürüdük.
Turist gruplarının kendi aralarında eğlenmeleri dışında çok büyük bir hareket yoktu. Ancak biz Venedik’i gece ışıklarıyla görmekten ve hatta ayak üstü Van’dan gelen bir üniversite hocası arkadaşlar tanışıp konuşmaktan mutlu olduk.
Venedik’in her yerinde öbek öbek Türk turist vardı zaten. Bir sürü insanla tanışıp fikir alışverişinde bulunduk…

İtalya'da 3.gün- Venedik'e Gidiyoruz...

Bologna’da son günümüze sabah otelimizde kahvaltı ederek başladık. Ananas ve muffin ile kahvaltı yapmayı kim sevmez...
Kahvaltı sonrasında Venedik Penceresi’ni görmeye gittik. Venedik’i görmeden penceresine bir bakalım dedik.Venedik Penceresi Via Indipendenza’dan Piazza Maggiore’ye inerken sol tarafta kalan Via Malcontenti, Via Piella ve Via Oberdan sokaklarından görülebiliyor. Birbirine bakan bu sokaklardan ortadakinde olan Venedik Penceresi küçük bir pencere ile kanal üstündeki evlere bakıyor. Bu haliyle Venedik’teki yerleşimi andıran pencere adını da buradan alıyor.



Bu sokaklardan Via Oberdan’ı takip ederek Pazar kurulan sokaklara indik. Eğik kulelerin oradaki dondurmacıya bir kez daha gittik.
Gitmek istediğimiz yerlerden biri  olan Santo Stefano Bazilikası’nın olduğu meydanı tesadüfen bulduk. Biraz dolaşıp oraya gidelim derken kendimizi çok tatlı bir meydanda ve bazilikanın kapısında bulduk. Yedi Kiliseler olarak da bilinen bazilikanın özelliği girişte tek bir bina gibi görünürken girdikten sonra ard arda yedi tane daha klise çıkması.




Venedik treniniz saat 13:10’daydı ve biz bir kez daha Bologna Merkez tren istasyonundaydık. Dakikliğiyle ünlü İtalyan trenleri bizi yine şaşırtmıyor ve Venedik yolculuğumuz başlıyor. Çok güzel manzaraların içinden geçip Venedik Santa Lucia istasyonuna ulaşıyoruz.

Hani eski Türk filmlerinde Haydarpaşa garından çıkıp İstanbul ile karşılaşan tiplerin hayret dolu yüz ifadesi vardırya işte biz de Santa Lucia’dan çıktığımız anda o haldeydik. Gerçekten gördüğümüz şehir bizi ilk görüşte ve hatta orada kaldığımız tüm günler boyunca şok etti. Her sokağı, her evi, her kanalı bizi çok şaşırttı…

Otelimiz Venedik Casino’sunun hemen yanındaydı. Kaybolmadan otele gidebilmemiz için de güzel bir yönlendirme maili atmışlardı bize. Maili okuyup tabelaları takip ederek bir turist akınının içinden otelimize doğru yola koyulduk. Gerçekten güzel bir yönlendirme ile elimizle koymuş gibi bulduk otelimizi. Bu oteli de Booking.com üzerinden bulduk ama maalesef kaldığımız odayı pek beğenmedik. Casa Del Melagrano’nun belki ana binası iyidir ama biz yine ek binada kaldığımız için iyi değildi.
Odada biraz dinlenip eşyalarımızı bıraktıktan sonra Venedik’i keşfetmek için çıktık. Otelden aldığımız harita ve telefonlarımızdaki navigasyon ile kaybolmaya karşı hazırlıklıydık ama açıkçası çok da kaybolmadık Venedik’te. Evet karışık ve her yer birbirine benziyor ama dikkatli gezince bir süre sonra nerede olduğunuzu çok kolay ayırt edebiliyorsunuz.



Otelden çıkıp Strada Nuova’dan yürümeye başlıyoruz. Yönümüz güneye doğru, önümüze ne çıkarsa gezmeye hevesliyiz şu an bir rotamız yok.
İlk durağımız S.S Apostoli Kilisesi ve meydanı oluyor.  Birkaç bina sonra görmeye alışacağımız ihtişamlı yapılardan biri olan kilise binasını inceleyip yolumuzu Rialto Köprüsü’ne çeviriyoruz. Venedik’ten her yerde Per Rialto / Per San Marco şeklinde gidilen yönün tabelasını görüyorsunuz. Bu tabelalar ve elinizdeki haritayı takip ettiğiniz sürece gayet kolay yön bulunuyor.
Biz de Apostoli meydanında Rialto tabelalarını takip edip köprüye gidiyoruz. Büyük bir kısmı tadilatta olan köprüde fotoğraf çekip, dükkanlardaki ürünleri inceliyoruz. İnceliyoruz zira daha sonra bu ürünlerle çok işimiz olacak, Venedik’teki turist tuzağı ürünler bizi de tuzağına düşürecek.



Rialto Köprüsü’nde gezdikten sonra bu sefer yönümüzü San Marco meydanına çeviriyoruz. Harika sokaklardan yüzlerce turistle birlikte geçerek San Marco’ya ulaşıyoruz. Biz çok kalabalık ve sıcak olmaması için Nisan ayında gittik Venedik’e ama sanırım bu hiçbir şey değiştirmemişti. Yine yüzlerce turistle birlikte gezdik ve yine bir çok gezilecek yerin kapısında kuyruk vardı.
Rialto Köprüsü büyük kanal üzerindeki dört köprüden biri ve en ünlüsü sanırım. Para Köprüsü olarak da adlandırılan köprünün doğu girişinde Darphane bulunuyor. Antonio De Ponte tarafından tasarlanan köprünün günümüzdeki son hali 1591 yılında tamamlanmış. Etrafında 1200’lü yıllardan beri Pazar kurulan köprü Venedik’in sembollerinden biri. Ayrıca günümüzde de etrafından güzel bir Pazar kuruluyor. Ancak biz öğleden sonra gittiğimiz için çoğu tezgâh toplanmıştı. Daha çok sabahları hareketli olan bir Pazar burası.
 San Marco’ya vardığımızda harika bir güneşle birlikte zehir gibi bir rüzgâr ve soğuk vardı. Ama bu metrekareye 15 turist düşmesini tabiki engellemiyordu. Biz bu gezimizde tarihi yerlerin içine çok fazla giremedik ekibimizden dolayı ama bunu tekrar gelmek için bir sebep olarak koyduk bir kenara.

San Marco Bazilikası, Dükalar Sarayı, Akademia Müzesi gibi gezilecek bir çok yer var. Buraların girişi için de ayrı ayrı ücret ödemek yerine Venice Card alarak birçok avantajdan
faydalanabilirsiniz.  http://www.veneziaunica.it/  Araştırmıştım ama giremeyeceğimiz için almadık.
San Marco Meydanı’nda gezdikten sonra hemen yakınındaki Ahlar Köprüsü’ne gittik. Sospiri Köprüsü olarak geçen bu köprü Venedikli mahkumların hapishaneye gitmeden önce geçtikleri ve Venedik’i son kez görüp ah çektikleri köprü olarak bilinirmiş. Köprünün hikâyesi kendinden daha meşhur diyebiliriz aslında…




Venedik’te ilk günümüz ertesi gün sindire sindire gezeceğimiz bir şehrin genel özetini almak gibiydi. Akşamüstü yorgunluktan bitmiş bir vaziyette odamıza dönüp yattık…

İtalya'da 2.Gün- Verona...


İtalya’da ikinci günümüzü Verona’ya ayırmıştım. Otelimizin ana binasında kahvaltı yapıp yakındaki Bologna Merkez Tren İstasyonu’na gittik. Dışarıdan normalce bir gar binası ve arkasında peronlar olan binanın yaklaşık 4 kat altına indiğimizde gördüğümüz trenler ve peronlar karşısında şapka çıkartmak istedik ama yoktu. Örtülerimizi de çıkaramayacağımıza göre “peh peh peh, vay beaa!” diyip trenimize binip yola koyulduk.



Yaklaşık 2 ay önce http://www.trenitalia.com/ sitesinden Bologna-Verona biletlerimizi almıştım. İtalya’da hızlı tren ve bölgesel tren olmak üzere iki tip tren var. Hızlı trenler adı üstünde hızlı ve konforlu ancak biletleri erken almazsanız oldukça pahalı olabiliyor. Ben hem erken aldığımdan hem de yolculuk günümüz cumartesi olduğundan iki avantajdan faydalandım. Trenitalia cumartesi günleri bazı hatlarda 2 al 1 öde kampanyası yapıyor.
4 kişi Verona’ya gidiş geliş bilet 72 Euro’ya geldi. Kişi başı 18 Euro. Hızlı trenler için en düşük ücret de 9 Euro zaten.


Verona’ya 50 dakikalık kısa ve keyifli bir  yolculuk sonrasında ulaşıyoruz. Bu arada hızlı trenlerde internetten aldığınız bilet çıktısı ile binebiliyorsunuz. Birçok blogger sayfalarında internet çıktılarının biletle değiştirileceğini ve bunun da makinalarda okutulacağını yazmış ama bu bölgesel trenler için geçerli bir durum. Veya artık öyle. Çünkü okuduklarımızın verdiği etkiyle olsa gerek ısrarla sorduk görevlilere ve güç de olsa elimizdeki çıktılarla trene binebileceğimize ikna ettilerJ Seyahat esnasında kompartıman görevlisi bilet çıktısını alıp üzerindeki barkodu okutuyor ve iyi yolculuklar diliyor. Bu kadar…
Verona Romeo ve Juliet’in geçtiği şehir olarak ünlü olmuş, şehirde Juliet’in evi olarak bilinen ev turist akınına uğramış hatta bu aşk dolu hikayeden yola çıkarak bir Sevgililer Günü festivali düzenlense de bence Veron’nın bunların hiçbirine ihtiyacı yok. Yani Verona’nın Romeo ve Juliet’e ihtiyacı yokmuş, o hikayeyi desteklemek için Shakespeare’nin Verona’ya ihtiyacı varmış desek yalan olmaz.
Verona Porto Nuovo istasyonunda indikten sonra orada bulunan bir araç kiralama şirketinden harita edinip yola koyulduk. Garın dışından haritaya göre yürümeye başladık. Viale Luciano Dal Cero boyu yürüyüp Porta Palio caddesine çıkıp bu harika kasabanın halkının yaşadığı sokaklardan merkeze doğru güzel bir sabah yürüyüşü yaptık. 




Karşımıza çıkan ilk tarihi yapı Castel Vecchio (Eski Kale) oldu. 1354-1356 yılları arasında savunma amaçlı inşa edilen kaleye sonradan bir köprü eklenmiş. (Ponte Scaligero) İtalya’nın en büyük ikinci nehri olan Adige nehrinin üzerine yapılan köprü şu an turistler için harika fotoğraf çekilecek bir alan ayrıca değişik performans sanatçıları da performanslarını sergileyip para topluyorlar. Kaleye girme ücretsiz ancak içindeki müzeyi gezmek ücretli. Bizim çok vaktimiz olmadığından müzeyi gezemiyoruz. Kale içinde fotoğraf çekip köprüden karşı kıyıya geçiyoruz.












Kale girişindeki bir tezgahtan aldığımız çilekleri yakında bir kafede yıkayıp Adige nehrinin kenarındaki banklarda oturup mini bir piknik bile yapıyoruz.


Gezimize karşı kıyıdan nehir boyu devam edip bir sonraki köprü olan Vittoria köprüsünü geçip Garibaldi köprüsünden tekrar karşıya geçiyoruz. Her köprü bir diğerinden güzel ve hepsi fotoğraflamak için harika.
Köprüden karşıya geçince her bir sokağa gire çıka kendimizi Verona’nın en ünlü meydanı olan  Erbe Meydanı’na ulaştık. Dükkanlar, kafeler, turistik eşya tezgahları ile dolu olan bu meydan oldukça hareketli ve eğlenceli bir yer. Meydan Roma döneminde halkın toplandığı forum olarak kullanılırmış.





Bu gün de hem etrafından görülecek birçok eser olması hem de turistlerin akın ettiği Juliet’in evinin hemen yanında olması sebebiyle oldukça kalabalık bir alan. Juliet’in evi demişken biz maalesef girmeyi başaramadık. İtalya gezimiz boyunca sadece burada kalabalıktan bir yere giremedik. Çok da ısrar etmedik açıkçası. Verona’nın kendisi o kadar güzeldi ki Juliet için üzülmemize gerek kalmadı.



Erbe Meydanı’ndan sonra hemen yanı başındaki Indipendenza Meydanı’ndan başlayarak biraz da arka sokaklarda gezdik. Öğle saatlerinde İtalyanların oturduğu bir kafeden çok güzel vejeteryan pizzalarımızı alıp bir parkta oturup yedik.
Parkta biraz dinlendikten sonra bu sefer Verona’nın başka bir merkezi olan ünlü arenayı da içerisinde barındıran Bra Meydanı’na doğru yola koyuluyoruz. Ara sokaklara, mağazalara gire çıka meydana ulaştığımızda bizi çok güzel bir pazar karşılıyor. Pazarda çiçekçilerin düzenlediği Juliet’in Balkonu’nda fotoğraf çektiriyoruz. Gerçek balkona giremesek bile Juliet ile birlikte bir fotoğrafımız oluyor sonuçta.








Yemeye düşkün dört tip bir arada olunca bu pazarda kendimizi kaybediyoruz bir süre. Devasa ekmekler, harika zeytinler, soslar, pastalar derken bir süre zevk içerisinde bu pazar alanını gezip bir şeyler atıştırıyoruz. Pazar bizi o kadar etkilediki Verona’dan dönerken marketten dönüyor gibiydik. Sırt çantalarımızda zeytin, ekmek, enginar salatası vardıJ





Meydanda gezdikten sonra saat geç olduğundan arenaya giremeyeceğimizi öğreniyoruz. Sağlık olsun diyip rotamızı bütün gün yanımızdan geçip duran turistik trene çeviriyoruz. Aslında böyle tam turistik atraksiyonlardan çok hoşlanmam ben ama hem çok yorulmuştuk hem de annem isteyince kıramadım. Kişi başı 5 Avro verip bütün gün yaya gezdiğimiz yerleri bir de trenle gezdik. Eğlenceliydi…
Trenden indiğimizde hava bozmaya başladı. Rüzgar esmeye başlayınca kendimizi meydanı çevreleyen turistik kafelerden birine attık. Tok olduğumuzdan pasta yiyip kahve içip vakit geçirdik…


Biraz daha sokaklarda turladıktan sonra tren saatimiz yaklaştığından Corso Porto Nuovo boyunca yürüyüp gara ulaştık. Bologna’ya geldiğimizde yorgunluktan kendimizde değildik artık…

Odamıza gelip uyuduk, yarın yolumuz uzun taa Venedik’e gidiyoruz…