6 Nisan 2015 Pazartesi

Pera Müzesi- Bir Doz Kaplumbağa

Kendime sordum…Neden Kaplumbağa Terbiyecisi her baktığımda beni terbiye ediyor diye. Veyahut neden herhangi bir Osman Hamdi eseri beni karşısında en az on dakika hipnotize ediyor.
Aslında daha fazla dikiliceğim ama başka insanlara da fırsat tanımak gerekiyor. Ki belki replikasına bakıyorum bilmeden. Bu soruların cevabı yok ama kendimde şunu biliyorum klasik resime hayranım hele ki Osmanlı dönemi olursa tadından yenmez benim için.
Pera Müzesi’nde ikinci katta işte böyle bir ayin bekliyor sizi. Müze cuma akşamları 18:00’den sonra ücretsiz…Biraz küçük de olsa sakin ve özenli bir müze...
Ruhunuza iyi geliyorsa resim benim gibi, gidin derim acilen.
Hatta arada bir, bir doz kaplumbağa almak iyidir derim.
Bir Cuma akşamı İstiklal’i boydan boya yürüyün, Odakule’den inip hemencecik varın Pera Müzesi’ne. Osman Hamdi’ye de benden selam edin.
Çıkışta bu sanat şölenini Manda Batmaz’da kahve içerek taçlandırın…

Melo

Kadıköy-Bir Gurme Masalı

İstanbul’u İstanbul yapan ana semtler vardır, kendi içinde bir şehirdir aslında oralar. Herkes bilir, herkesin bir şekilde yolu düşer ve herkes kafasında bir şeyle bağdaştırır o semti.
Kuzguncuk’u yazarken de belirtmiştim biz Avrupa Yakası’nın sakinleri olarak Anadolu Yakası’na sadece seyahat amacıyla geçiyoruz. İş için de yolum düşüyor elbet ama o zaman herhangi bir semtten farkı olmuyor.
Ama karşıya sadece gezmeye geçiyorsam semtlerin benim için ayrı ayrı havaları ve gitme amaçları vardır.
Kadıköy’e gidiyorsam mesela amacım ya Bahariye’de alışveriş yapmak, ya Süreyya Operası’na gitmek ya Moda’ya geçmek ya da Kadıköy Balıkçılar Çarşısı’nda gastronomik bir tur yapmaktır. Ne için gidersem gideyim Kadıköy’den aşırı mutlu ayrılıyorum her seferinde.
Son zamanlarda gerçek anlamda yiyip-içmeye geçiyoruz Kadıköy’e. Kabataş’tan vapura binip Kadıköy İskele’de başlıyoruz mutlu olmaya.
Çarşıda seçenek o kadar çok ki….
Çarşı’ya doğru çıkarken Baylan Pastanesi’ne gidip tarihe yolculuk yapıp benim gibi karamel sevmeyenler Kup Griye’ye selam durup profiterol yiyebilir.
Az yukarıya çıkıp Beyaz Fırın’da renk renk badem ezmelerinin ve pastaların içinde ne alacağını şaşırıp az şundan biraz bundan derken iki poşet doldurulabilir. 
Ben gelenekselciyim yemem onları diyenler 100 yıllık esnaf lokantası Yanyalı Fehmi’de tencere yemeklerinde seçim yapmakta zorlanabilirler.
Değişik bir şeyler yemek istiyorum diyenler Balıkçılar Çarşısı’ndaki Gözde Şarküteri’de yok artık bu yediğim harika meze brokoliden yapılmış olamaz diye diye tütsülenmiş enginarla yapılan süzme yoğurtlu brokoli mezesini az pastırma eşliğinde yutabilir.
Şöyle esaslı bir ziyafet çekeyim kendime diyenler ise değişmez istikamet Çiya’ya konuk olabilir…
Yediğin içtiğin senin olsun gördüğünü anlat diyenlere Kadıköy’den selam olsun bu sefer bloğumuzun gezginlerinden az ama öz yazan Melo gördüklerimizin civarından geçip yediklerimizi ve Kadıköy’ü anlatacak bize…
“Önce vapura biniyorsunuz, vapurda önden bir çay bir simit ile yolluk yapıyorsunuz...
Kabataş’tan binerseniz yukarı katta püfür püfür rüzgar. Neyse sonra vapur nazlı nazlı iskeleye yanaşırken siz çoktan Balıkçılar Çarşısı’nın hayalini kurmaya başladınız.
Mevsim kış olsun ama kış olsun ki Balıkçılar Çarşısı şenlikli olsun. Şöyle gelin gibi şıkır şıkır.
İskeleden ve kalabalıktan sıyrılıp Bahariye’ye doğru çıkarken sağ tarafta aralara giren sokaklardan hangisini gönlünüz çekerse girin ve devam edin Ayia Euphamia Kilisesi’ne görene kadar. Kilise demek o aradan sağa gireceksiniz demek ve şölen orada başlıyor işte.
Kadıköy Çarşısı’nda yani Balık Pazarı ve civarında tam bir gastronomi şöleni var. Bazı şarküteriler o hale gelmiş ki insanlar burada beğendiklerini tabaklara doldurtup kapının önünde oturup yiyebiliyorlar. Böyle birkaç tane, şarküteri çeşidinin ve hatta soğuk mezenin gözünü çıkarmış mekan var. Mezenin kitabını yazmış Tuncay Gündüz’ün kurmuş olduğu Gözde Şarküteri Kadıköy’ün en ünlü mezecilerinden biri. Son gittiğimizde garsonlarla yer konusunda ufak tefek sıkıntılar yaşadık ama mezeleri için tekrar gidilebilir bir mekan.
Şarküterileri geçince tabii balıkçılar arzı endam eder. Çok da güzel eder. Hakikaten her daim taze balık ve türlü deniz canlısı vardır burada. Akşam yemeği için kesenize göre bir çeşit yedekleyip yolunuza devam edersiniz. Sağlı sollu balık restoranları ağırlıklı, kebapçı hatta pideci bile bularak en nihayet Çiya’ya ulaşırsınız. Ve Kadıköy demek benim için Çiya demek.
Çiya demekse mumbar dolmasının, soğan kebabının, perde pilavının, humusun, muhammaranın yerine düştük demek. Çiya birkaç ayrı dükkanla Kadıköy Çarşısı’nın en civcivli yerinin neredeyse sonunda yeralıyor. Benim tercihim ilk açılan ve yöresel yemekleri hakkıyla yapan en eski dükkanın önüne konuşlanmak. Günün ana yemeği neyse ondan bir tabak alıp, o günkü tercihime göre ya mumbar yahut başka bir yancıyla ve humus ya da muhammarayla ziyafet çekerim. Kapanışı da kireçte ceviz ve çayla yaparım ve işte budur benim için Kadıköy klasiği.”


Hacer/Melo

3 Nisan 2015 Cuma

İstanbul İçinde Bir Vaha: Kuzguncuk

İstanbul'da yaşayan beyaz yakaları perşembe akşamında bir telaş sarar, cuma günleri ise bu telaş iyice alevlenir ve dertlenmeye başlarlar. Adı hafta sonu ne yapsak olan bu büyük sıkıntı bahar ve yaz aylarında iyice tepe yapar. Şehir dışına çıkılacaksa plan belli olduğundan daha rahat geçer bu telaş. Ama eğer bir plan yoksa vay geldi başımıza:)
Mevsimlerin konuya dahil olduğu her yazıda bahsettiğim üzere ben kesinlikle yaz insanı değilim ya yazın benim böyle dertlerim çok fazla olmuyor bu yüzden. E nasıl olsa gündüzün cayır cayır sıcağında dışarı çıkacak değilim, e akşam da sokak sokak gezemeyeceğime göre gidip havadar bir yerde oturacağım. Daha rahat seçim yapabiliyorum yani. 
Ama bahar aylarında benim de gönlümün yayaları gevşiyor haliyle, ben de kendimi İstanbul'un sağından soluna, Anadolu'dan Avrupa'ya, Emirgan'dan Kanlıca'ya vurmak istiyorum. Boğaz bana coşku veriyor, araba kullanmaktan bile mutlu oluyorum, fildir fildir sokaklarda gezmek, gezmek, gezmek istiyorum...
Heh işte böyle duygularla kalktığımız sabahlarda bizim için istikamet hep karşı oluyor.(Avrupa yakasının taksicileri olarak bizim için karşı Anadolu yakası)
Biraz da sayfiye yeri mantığıyla baktığımızdan sanırım ay ne güzel bir sabah azcık kahvaltı edelim, nispeten daha sakin bir şekilde boğazı izleyelim dediğimiz günlerde karşıya geçiyoruz.
Yalnız şunu belirteyim bizim sakinlik arzumuz had safhada olduğundan biz sabahın zehrinde kalkıp yollara düşeriz. Okuyan olursa "Yuhh karşısı sakin mi bee?" demesin diye belirtmek istedim. 
Kuzguncuk İstanbul'da geçirilecek hafta sonları için erken gidilmek kaydıyla çok çok ama çok güzel bir seçim. 
Sokaklarında fotoğraf çeken gelin fotocularının kadrajından kaçma atraksiyonu dışında oldukça sakin ve tatlı bir semt Kuzguncuk. 
Biz 3-4 yıl önce sokaklarında gezerken ay şuralardan bir ev kaptırsak muhabbeti yaptığımız günlerden beri her geçen gün popülaritesi daha da artıyor. Bunu açılan mekanlardan ve yaşanan hafta sonu kalabalığından da görebiliyoruz.
Açıkçası hiç bir kafesinde-lokantasında mükemmel lezzetlerle karşılaşmadık, sıradan ve her yerde olan şeyler var. Bazılarında ev yapımı şu-bu yazıyor ama en fazla kurabiyeyi evde yapıyorlardır diye düşünüyorum. Bu sadece Kuzguncuk'a has bir durum da değil maalesef. İstanbul'da popüler semtlerde iyi yemek bulmak neredeyse mucize. En güzeli İcadiye Caddesi'ndeki 120 yıllık Yunus Emre Odun Fırını'ndan simit-poğaça-kurabiye alıp Çınaraltı kahvede martılarla birlikte kahvaltı etmek.
Eski ismi Kosinitza olan Kuzguncuk'ta vaktiyle Ermeniler, Müslümanlar, Rumlar ve Museviler bir arada yaşamışlar. Bugün yan yana olan kilise, Cami ve sinagoglardan da bunu anlayabiliyoruz. 
Dünyanın genelinde var olan AVM kültürüne karşı halen küçük esnaf ve mahalle kültürünü yaşatan Kuzguncuk'ta her sokak size Instagram fotoğrafları sunarken kendinizi başka bir yerde hissettiriyor. 
Kuzguncuk sahilde Çınaraltı ise boğazı izlerken çay-kahve içip simitlerinizi martılarla paylaşma imkanı tanıyor. Kısacası güzel bir bahar gününde Kuzguncuk sizi dinlendiren, eğlendiren, kendinizi iyi hissettiren bir alternatif sunuyor. 
Kuzguncuk merkez caddesi olan İcadiye Caddesi'ne girdiğiniz anda tarihi havayı solumaya başlayıp aslında istendiğinde aslına uygun restorasyon yapılabildiğini görüyoruz. Tarihinde bir çok yangın olan Kuzguncuk'ta yangına ve yıllara dayanan evlerin bazıları güzel restorasyonlar geçirmiş bazıları ise zaman direnirken kendilerine uzanacak bir desteği bekliyorlar. 
Ekmek Teknesi, Perihan Abla gibi bir çok diziye de ev sahipliği yapan Kuzguncuk'a bir bahar sabahı gidip çok da haritalara yazılara bağımlı kalmadan kendinizi sokaklarına bırakın. Çınaraltı'nda  kahve içip martılarla simit paylaşın...


Hacer