16 Şubat 2015 Pazartesi

Kos Üzerinden Bodrum'a Dönüş...


Rodos'tan Bodrum'a haftanın her günü gemi olmadığını öğrenince dönüşümüzü Kos üzerinden yapmak zorunda kaldık. Aslında bu bir açıdan da iyi oldu. Kos'ta gidemediğimiz yerlere de bu şekilde gitmiş ve görmüş olduk. Rodos'tan hareket eden gemimiz dönüşte Simi'ye uğradı ve o harika yeri tekrar görme şansına eriştik böylece:)
Kos'a ulaştığımızda limanın hemen karşısında bulunan bir seyahat acentasından 17:00 gemisi için bilet aldık ve çantalarımızı da oraya bıraktık.



İlk işimiz merkeze 4 km uzaklıkta bulunan Asklepion'a gitmek oldu. Merkezden bindiğimiz belediye otobüsüyle ulaştık biz ama çok gürültülü, seyirlik, turistik trenle de gidilebiliyor buraya. Asklepion Atina'da yer alan Epidauros ile birlikte Yunanistan'ın en eski tarihi eselerinden birisiymiş. Kapısına kadar otobüslerin gittiği alanın girişinde ödeme yaptığınız bir alan var. Yanlış hatırlamıyorsan giriş 4 Avroydu. Ödemeyi yaptıktan sonra ana alana giriyorsunuz ve bölüm bölüm geziyorsunuz. Hipokrat tarafından kurulan hastane ve okul hakkında şu sitede gayet güzel bilgiler buldum. 
Merak edenler okuyabilir. http://www.kospress.gr/tr/asklepion.html

Asklepion'u gezdikten sonra yine otobüsle geri döndük ama Melo'nun memleket sevgisinden geldiğimizden beri gitmek istediği Türk mahallesi Platini'de otobüsten indik. Melo burada çok güzel deniz ürünleri yiyeceğimizi hayal ediyordu ama kendisine de dediğim gibi bırak Kos gibi bir adayı dünyanın ana karaya en uzak ıssız adasında bile yaşasalar Türkler deniz ürünü pişirip bu işte ustalaşamazlar:)
Bu konuda baya bir iddalaştık ama Platini'deki tüm lokantalarda kebap ve köfteleri gören Melo haklılığımı kabul edip, soğuk bir frappe içip Türklerle bi iki hasbihal edip ayrılmaya razı oldu:)
Platini'den tekrar otobüse binip şehir merkezinde indik. Elefherias Meydanı'na gidip biraz alışveriş yapıp Kos'ta son yemeğimiz için Caravelle'nin bu sefer diğer şubesinin olanının yolunu tuttuk. 
Bu sefer bir değişiklik yapıp Yunan tabağı ve deniz ürünleri istedik. Caravelle bizim gönlümüzd egerçekten taht kurdu. Her ne kadar Yunan tabağındaki her şey bize oldukça tanıdık gelse de onların yorumuyla tatmak da fena olmadı.

Caravelle'de güzel vakit geçirdikten sonra artık Bodrum dönüşümüzün vakti gelmişti. Çantalarımızı alıp, limana gidip gemimize bindik. Ancak neden olduğunu bir türlü anlamadığımız bir beklemeyle yaklaşık 1 saat geç hareket ettik. 
Bodrum'a ulaştığımızda gelirken kaldığımız pansiyona gidip yerleştik yine. Baya baya yorgun olduğumuzdan ve uçağımız sabah çok erken olduğundan odada biraz dinlenip sonra dışarı çıktık.
Bodrum sokaklarında yine iğne atsan yere düşmez bir  kalabalık vardı. 
Akşamı Bodrum sokaklarında ezilmemeye çalışarak geçirip gidip yattık. Pansiyon görevlisi 03:00'te bize taksi çağırdı ve Havaş'a binebileceğimiz Otogar'a gittik. Rotarsız bir şekilde uçağımıza binip İstanbul'a döndük. 
Biz Yunanistan'ı çok sevdik ama bu gezi bizim için biraz yorucuoldu. Kendime ve okuyanlara tavsiyem o kadar çok ada bir haftada görülmez, zorlama::)
Bu satırları 2015 Şubat ayında yazıyorum ve Mayıs ayı için Sakız Adası'na gitmek için İzmir'e uçak bileti aldık. Bu sefer tek ada tabiki:)

Hacer

Lindos ve kelebekler Vadisi


Rodos'ta ikinci günümüzde bir gün önceden ayarladığımız kiralık aracı almak için eski şehrin çıkışlarından St. Catherine Kapısı (Azize Katherina Kapısı)'ndna çıkıp hemen yakındaki park alanında arabayı getiren beyefendi ile buluştum. Çok kısa bir iki işlemden sonra anahtarı aldım ve otelde kahvaltı yaptıktan sonra Lindos'a doğru yola çıktık.

Rodos'a geldiğimizde artık hava iyice sıcaklaşmaya başlamıştı ve o gün özellikle felaket bir sıcak vardı. Benim tavsiyem kimse Ağustos ayında Rodos'a gitmesin. Hatta kimse klimalı ofislerinden ayrılmasın:))
Lindos Rodos'ın merkezden sonraki en büyük yerleşim alanlarından biri. Dar sokakları, eşekle çıkılan kalesi ve harika plajlarıyla görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Tüm turistler için böyle olduğundan müthiş bir kalabalık var ve her şeyin fiyatı aşırı pahalı.

Azize Katherina Kapısı çevre yoluna çok yakın olduğundan tabelaları takip ederek Lindos yoluna çıkıyoruz. 40 km'lik kısa bir yolculuktan sonra Lindos'a geliyoruz ve plaj kısmında bir yere arabamızı park edip gezmeye başlıyoruz.


Delicesine bir kalabalıkla şehri gezmeye başlıyoruz. Ama bu kalabalık sadace insanlara ait bir kalabalık değil maalesef. Lindos'ta 125 m yükseklikte akropole çıkmak isteyen turistler için hazır tutulan turistik eşekler de adadaki kalabalık ve izdihamda katkısı var. Zavallı eşekler birbirlerine bağlanmış yakıcı sıcağın altında insanları taşıyorlar. Acımaktan hayvanlara binmeyi düşünmedik bile. Zaten 50 derece sıcakta klimasız herhangi bir araçla oraya tırmanmam için bana birinin 300-400 Avro vermesi gerekirdi:) E para veren de olmayınca tabi ki çıkmadık.
Biz Lindos'un çok iyi korunmuş evlerinden oluşan sokaklarda gölge peşin dekoşarak gezip fotoğraf çekip vakit geçirdik. Manzarası harika bir lokantada bir şeyler yeriz diye düşündüysek de fiyatları görünce vageçtik. Kalabalıktan iyice bunalınca gitmeye karar verdik ve o küçücük yerden arabamızı alıp çıkmamız neredeyse 45 dakika sürdü.


Lindos ile ilgili kısa bir araştırma yapan herkes o büyüleyici güzellikteki St. George Plajını da görmüştür. Biz de gördüğümüzden o yakıcı sıcağın altında gidip bakalım ve hatta orada denize girelim dedik. Ama ne büyük bir hata yaptığımızı gidince anladık tabi. Bırakın yer bulmayı 2-3 gün önceden rezervasyon yaptırmamız gerekiyormuş. Çok güzel bir plaj ve minik bir şapel var yanında. Rodos'lu gelinler için önemli yerlerden biriymiş burası öğrendiğimiz kadarıyla. 
Neyse biz bilemedik, siz bilin rezervasyon yaptırın ve orada denize girin.



Lindos'tan ayrılıp Faliraki'ye gidip denize girmeyi hedefliyorduk ama o sıcakta tam öğlen güneşinde denize giremeyeceğimizi anlayınca daha serin olur umuduyla Kelebekler Vadisi'ne gitmeye karar verdik. 
Kelebekler Vadisi rengarenk lebeklerin bir arada bulunduğu, ağaçların, derelerin, küçük şelalelerin aktığı güzel bir tabiat parkı. Kesin gidilmeli diyemem belki ama vaktiniz varsa binlerce kelebeğin içinde gezmek güzel oluyor.



Vadiden ayrıldıktan sonra artık denize girebileceğimiz saatler gelmişti. Faliraki plajına gittik ve biraz da sakinleşen denizde çok güzel saatler geçirdik. İnsanlar bizim tersimize kızgın güneşte deniz girip güneş gidince denizden kaçıyorlar. 
Akşam otele döndüğümüzde arabayı yine aynı yerde firmaya teslim ettik. Bu arada fotoğraf makinemizi de arabada unutmuşuz. Telefonla aradığımız yetkili ertesi gün sabah tam 07:00'de makineyi getirdi. Bi de üstüne bizi limana bıraktı:)
Rodos'ta son akşamımızda otelde dinlenip duş aldıktan sonra eski şehiri gezmeye ayırdık. Henüz keşfedemediğimiz sokak va caddelere girdik. Osmanlı eserlerini ziyaret ettik, ufak tefek hediyelik bir şeyler aldık. 
Akşam yemeği için bir gün önce gittiğimiz lokantanın yanındaki Sea Star'a gittik. Menümüz neredeyse aynıydı, deniz ürünleri-salata:)
Giderken ki hedefimizi gerçekten tutturduk içimiz dışımız harika deniz ürünleriyle doldu. Bir daha asla o kadar sıcak bir mevsimde gitmem ama sırf deniz ürünleri için tüm adalara tekrar tekrar gidebilirim. 
Sea Star'da ahtapot ızgara, kalamar dolması ve midye yedik. Bu sefer 30 Avro hesap ödedik.
İlerleyen saatlerde eski şehirin meydanında Sokrates Caddesi'nde gezimizin ilk ve tek turist kazığını yedik. Fiyat sormadan ve menü bakmadan mecburen- ihtiyaçtan oturduğumuz bir kafede iki frappeye 16 Avro hesap ödedik. Melo ile yaşadığımız şoku atlatmamız pek kolay olmadı. Ben her fırsatta halen bunu dile getiriyorum. Ama buna en büyük sebep Rodos'ta tuvalet bulamamamız oldu. Aslında tuvalet bulduk da üzerimizde 0,25 cent olmadığından tuvalete giremedik. Kısacası tuvalet konusunda azıcık uyanık olmak lazım. Kafe, lokanta araştırırken tuvalet de araştırmak lazımmış:)
Bu maceradan sonra gece hiç yapmadığımız bir şey yapıp dışarı çıkalım dedik. Bir kaç mekana gittik oldukça kalabalıktı. Rodos eski şehir içinde bar ve kulüplerin bulunduğu bir sokaktaki mekanlardan birine oturup bir kaç saat vakit geçirdik. Erken kalkacağımız için çok geç kalmadan otele gittik ve yattık. 
Sabah 08:00 feribotuyla istikamet Kos....Geldiğimiz yolu geri dönüyoruz...

Hacer

9 Şubat 2015 Pazartesi

Şovalyeler Şehri Rodos


Simi'den Rodos'a kocaman bir gemiyle çıktığımız yolculuk yaklaşık 2,5 saat sürdü. Rodos limanı diğer ada limanlarına göre oldukça büyük. Biz indiğimizde bir kaç tekne daha gelmişti. Bu yoğunluğun içind etabiki taksi bulamadık.Limandan çıkıp ana yolun kenarında beklemeye başladık ancak burada da taksi durduramayınca eski şehire doğru yürümeye başladık.
Ama Rodos'un eski şehrinin şimdiye kadar gördüklerimizin hepsini döveceğini bileydik hiç böyle bir yola girmezdik. Okuduğumuz bloglarda insanlar hemen limandan çıkıp pat diye pansiyonu buluyorken biz baya baya dolanmak sorunda kaldık maalesef. Neden? Çünkü Simi'den gelen gemilerle Rodos'tan gelen gemiler başka başka limanlarda duruyormuş. Bizim okuduğumuz blogların hepsinde insanlar Türkiye'den Rodos'a geldikleri için tabi otele pıt diye giriyorlardı. Yine bloglarda yere göre koyulamayan pansiyon sahibi de bize bundan bahsetmeyince dolan dolan dolan...O sokaklarda dolan dolan dolan...Otele telefon et kimseye ulaşama ulaşama...
Ve bir sinir harbiye sonunda oteli bulup asıl yorucu facianın otelde olduğu gerçeği ile yüzleşmek...
Hani bazı olaylar vardır insan yıllar sonra bile hatırlasa içini olay anındaki duygular kaplarya... Hah bizim oteldeki mevzu da bunun aynısı işte. Şu an hatırladıkça bize içim şişiyor, sıkıntı basıyor beni...
Sıkıntının adı da Manos - Medival Inn Pansiyon. 
Rodos ile ilgili internette otel araştırması yaptığınızda bizim yerli turistlerimiz bu oteli ve sahibini yere göğe koyamıyorlar. Tabi oteli de... Ya biz de bir tuhaflık var ya herkesle beklentilerimiz çok farklı bilemiyorum. Ama tam bir kabustu bu otel. 
Otel sahibi çok ilgili diye yazıyor ama otel sahibi sizi boğarcasına sürekli sizinle muhatp, ama asla sorularınızı cevaplamıyor sadece kendi kendine konuşuyor. Ok dediğinizde ise asla bitirmiyor. Oda şartları hadi neyse Booking'de yeteri kadar incelememişiz o bizim kabahatimiz. Ama şimdiye kadar sayısız kere yaptığım Booking rezervasyonu ve sonrasında nakit ödeme işlemi bu otelde olay oldu. Önce rezerasyonumuzu iptal etti Manos, ama bizden ödemeyi peşin aldı. Sonra Booking ile sayısız kere mailleşmemize sebep oldu bu durum. Üst katta kalan insanlar ile aynı parayı ödemiş olmamıza rrağmen bize girişteki odayı vermek istedi, biz kabul etmeyince işte bu rezervasyon iptali şunlar bunlar daha bir ton olay. Biz Manos'un elinden kurtulup kendimizi sokağa attığımızda 2 saat gerçmişti ve biz giderken halen arkamızdan konuşuyordu. Kendisiyle karşılaşmamak için kaldığımız süre boyunca sabahın köründe otelden çıkıp gecenin bir yarısı döndük. 
Hayatımda kaldığım en fena otel burasıydı sanırım:)
Ben bu gezide anladım ki bloglarda yazan her şeye güvenmemek gerekiyor. İnsan ve otel yorumlarından ücretlerle ilgili her konuyu kapsıyor.
Zar zor oteli bulup iki saatte resepsiyonda harcadıktan sonra otelde biraz dinlenip kaçarcasına otelden çıktık. 
Akşam otelden çıkıp  Sokrates Caddesi'ne çıkıp şehri gezmeye başladık. Akşam yemeği için ise Löplöpçüler'in tavsiye ettiği Nikos Taverna'ya gittik. 

Nikos'ta Greek Salata, Ahtapot Izgara ve Midye Saganaki ile bir kaç meze daha istedik. Ahtapot hariç herşey çok güzeldi. Bu güneşte kurutulmuş ahtapotun ızgarasını ben pek sevmedim açıkçası. Ya da biz iyisine denk gelemedik. 





Canlı müziğin de olduğu bu mekanda Yunan Adaları gezimiz boyunca ödediğimiz en ucuz hesap olan 35 Avro'yu ödeyip çıktık.
Akşamı Sokrates Caddesi'ndeki mekanlarda ve eski şehirin bir başından diğer başına kadar yürüyerek geçirdik. Öğrendik ne de olsa artık kaybolmuyoruz:)

Hacer

Simi'den Rodos'a...


Simi'de son günümüzde sahilde bir pastaneden aldıklarımız ve frappe ile kahvaltı yaptık. Amacımız Panormitis'e gitmekti ama feribot saati yine internette yazanlardan farklı olunca vazgeçtik ve merkezde Nos Beach'te denize girdik. Sabah erken gittiğimizden boştu ama bir iki sat içinde tıklım tıklım oldu. Zaten çok küçük bir plaj hemen kalabalıklaşıyor. Yunan adalarındaki en kötü plaj da maalesef burasıydı. Tuvaletleri fenaydı, duş yoktu duş almak için bir hortum vardı ve o da ekstra pahalıydı. Zamanınız varsa tercih edilecek bir yer değil kesinlikle.




Otelden ayrılırken odamızı boşaltıp valizlerimizi danışmaya bırakmıştık. Döndüğümüzde otel görevlileri bize boş bir oda verdiler ve burada duş alıp giyinmemize izin verdiler. Çok kibar ve düşünceli bir hareketti. Yunan Adaları içinde en pahalı kaldığımız otel burasıydı ( iki kişi 70 Avro) ama bence her açıdan bu parayı hakeden bir yerdi.


Otelden ayrılıp yanımıza gemide yemek için bir şeyler alıp Rodos'a doğru yola çıktık...
Simi kadar bayıldığım yer gerçekten çok az hayatımda. Günlerce, haftalarca  kalabilirim burada. 
Benim gibi düşünen çok insan olmalı ki Simi biz gittiğimizde resmen Türk istilası altındaydı. Bizim gibi kendi gelenler, tur ile gelenler ve en çok da lüks tekneleri ile gelen Türkler azımsanmayacak kadar çoktu.

Benim de teknem olsa ve  bölgede seyahat ediyor olsam döner dolaşır Simi'ye gelirim sanırım. Gittiğim bu üç adadan sadece Simi'ye tekrar gitmek istiyorum. Bi Eylül ayında şöyle 2-3 hafta geçirsem fena mı olur?

Bence enfes olur...

Nasip:)

Hacer

Kos'ta Son Gün ve Symi

 


Kos'ta son günümüzde kahvaltımızı dışarıda edip bu sefer şehir merkezinde denize girmek istediğimizden adalı bir Türk olan İbrahim tarafından işletilen Tarzan Beach'e gittik. Biraz sıkışık tepişik ama şezlongları ve şemsiyeleri güzel bir yer Tarzan.
Frappelerimiz eşliğinde bol cıstaklı plaj müziklerinin eşliğinde iki üç saat vakit geçirdik plajda. Daha önce de yazmıştım biz çok fazla deniz-güneş insanı olmadığımızdan plajda çok vakit geçiremiyoruz. Melo yine benden iyi durumda ama ben çölde kalmış Ferdi Tayfur modeli sürünüyorum sıcak havalarda. 
Tarzan'dan çıktıktan sonra otelimize geldik, duş alıp, valizlerimizi toplayıp otelden ayrılıp limana gittik. Simi feribotu biraz geç kaldığından sıcağın alnında feribot beklemek zorunda kaldık.
Gemi çok geçmeden geldi, yolcularını aldı ve çok da beklemeden limandan ayrıldı. 


Kah geminin güvertesinde kah içeride harika bir yolculuk geçirdik. Simi'ye yaklaşınca güverteye çıktık ve hayatımızın belki de en güzel yerini izleyerek limana yanaştık.
Simi gerçekten benim hayatım boyunca gördüğüm en güzel yer. Teknolojiyi çıkartsan yüzlerce yol öncesinde kalmışcasına bozulmamış, korunmuş ve sakin. Simi'de gemiden minnak bir limanda inip çok da bir yön bilgisine ihtiyacınız olmadan doğal olarak merkeze doğru yürüyorsunuz 3 dakika. Zaten genel olarak Simi'de her yerin her yere mesafesi bu.



Simi'de yine Booking üzerinden Grace Hotel&Studios'a rezervasyon yaptırmıştık. Sahilde bir kaç yere sorunca otele ait bir lokantayı tarif ettiler bize ve orada Yannis ile tanıştık. Yannis sanırım otelin shaibinin oğluydu ve Rodos'ta üniversitede okurken Türk arkadaşları olduğundan güzel bir Türkçe konuşuyordu. Bizi kısa süre bekletip bu esnada soğuk ikramda bulunup otele ait aracı çağırdı. Araç bizi 3-4 dakik amesafedeki otele bıraktı. Burada da çok tatlı bir bayan otel görevlisi bize yardımcı oldu. Bölge hakkında bilgi verip, meyve suyu ikram edip daha sonra odamıza çıkarttı.
Otel de Simi kadar güzeldi. Yöresel mimari ile yapılmış bir yapı, temiz, küçük, şirin bir otel. Her ne kadar bize hitap etmese da odaya misafirler için şarap da bırakılmış ikram olarak.
Otelde biraz dinlendikten sonra Simi'de dolaşmaya çıktık.

Adayı gezmeye tepedeki mahalle olan Chorio'dan başladık biz. Bu mahalleye Kali Strada adı verilen (The God Steps) 375 basamaklı merdivenle de çıkılabiliyor ama bizim gözümüz kesmedi açıkcası. Sahilden bir taksiye bindik ve 4 Avro'ya bizi tepeye kadar götürdü. Taksiden inince zaten gezilecek alanlar kendini belli ediyor. Manzara tepeden de bir harika. Biz oradayken akşam üstü olmuştu saat güneşin kızgınlığı geçmişti ve mükemmel bir hava vardı. 
Mükemmel bir mimari ile dizayn edilmiş sokak aralarından etrafı ve manzarayı izleyerek keyifli bir yürüyüşle sahile indik.

Akşam yemeği için yine deniz ürünleriyle bezenmiş bir sofra hayalimiz vardı. Simi'de lokanta denilince ilk akla gelen yer tabi ki Manos. Bence Türklerin popülerleştirdiği sıradan bir lokanta ama bilemiyorum tabi. Yemek sonunda ne ödeyeceğimi bilememek bize göre olmadığından biz otelin de tavsiyesiyle Tholos Restaurant'a gittik. 
Sahil'de limanı geçtikten sonra yol boyu lokantaların içinden geçip sonraki mahalleyi de bitirince yolun sonundaki Tholos'a ulaşılıyor. 
Tholos'ta rezervasyonumuz olmadığı için bizi çok da hoş karşıladıkları söylenemez ama yine de çevirmediler ve bir masaya buyur ettiler.

Yediklerimizi fotoğraflamayı unutmuşuz maalesef burada. Ama kalamar dolması ve kabuklu haşlanmış midye, Greek Satası ve ahtapor yemiştik diye hatırlıyorum. Kalamar çok serrti, diğerleri ise güzeldi. Melo bu yemeği pek sevmedi. Bence de Kos'taki kadar efsane değildi. 52 Avro hesap ödedik. 
Manos'ta çalan Tarkan ezgileri ve tabak kırmaktan çıldırmış A+ Türkleri izleyerek otelimize dönüp yattık....

Hacer

Kos'ta ikinci gün ve Tigaki Plajı


Kos'ta ikinci günümüzde otelin vasat kahvaltısında bir şeyler atıştırıp kendimizi sokaklara attık.Bugünkü hedefimiz hem güzel bir plaj olan Tigaki'ye gidip denize girmek hem de Kos merkez,güzelce gezmek. İkimizde güneşten olabildiğince hazzetmeyen tipler olduğumuzdan plajda saatlerce vakit geçirmeyeceğiz.
Öğleden önce Kos merkezde Hipokrat'ın altında öğrencilerine ders anlattığına inanılan Hipokrat Ağacına gündüz gözüyle gidip fotoğraf çektik. Eski adı Neratzia olan Şovalyeler Kalesi'nin önünden geçtik ama girmedik. Giriş sanırım 4 Avro civarındaydı.
Loziya ve Defterdar Camiilerini gezip tekrar Elefterias Meydanı'na gelip kapalı bir bina içerisinde olan pazar yerini gezdik.


Bir turizm acentasına girip ertesi gün için Simi Adası biletlerimizi aldık. Acentada çalışan kız adada yaşayan Türklerden Emine'ydi. Türklerden ve taleplerinden biraz sıkılmıştı kendisi ama yine de sorularımıza cevap verdi. Ama normalden pahalı bir fiyata bize önerdiği arabayı kiralamaktan vazgeçtik maalesef. 
Öğleden sonra Tigaki'ye gitmek için otobüs durağını herkes el birliğiyle bize yanlış tarif ettiği için şu an anlatamayacğım bir yerdeki bir durağa 30 dakika yürüyerek ulaştık. Dönüşte gördükki burası kaldığımız otelin üst taraflarında bir yer ve oradan tarif edilseydi çok daha kısa sürede ulaşabilirdik. 
O kadar kaybolma turistliğin şanındandır diyip tıklım tıklım otobüsümüze atlayıp 20 dakikalık bir yolculuktan sonra Tigaki plajına ulaştık. 
Öğleden sonra denizde hafif rüzgarlı ama çok güzel bir denizde vakit geçirdik. Yakında bir yerdeki lokantada atıştırmalık bir şeyler yedik. Türkiye'de de olduğu gibi klasik, sıradan plaj lokantasıydı.



Biraz denizde, biraz lokantada, biraz kumsalda şemsiye altında ay galiba artık tatildeyiz diyerek akşamı ettik. 
Dönüşte de otobüse bindik ve tek kelime İngilizce bilmeyen şoförümüzün götürdüğü yere kadar gittik. Buradan tekrar sorduk ve bize yine bambaşka bir yer tarif ettiklerinden yine kaybolduk. İstanbul gibi bir yerden gidip elma kadar Kos'ta kaybolmak kanımıza dokundu tabi.
Melo bir esnafa sormak için dükkanın birine girdi ve oradaki abi de Türk çıktı. Bize güzelce tarif etti yolu ve biz 30 dakika daha yürüyüp sonunda otelimize ulaştık. 
Plaj sonrası duş, dinlenme ve uyuklama derken ada ziyaretimizin en güzel kısımlarından birine doğru yol aldık. Malum Yunan adaları deniz ürünleriyle meşhur. Melo ve ben de denizden çıkan her şeyi yediğimiz için giderken en büyük hayalimiz deniz ürünlerinin içinde yuvarlanmaktı. Kos adasındaki lokantaları araştırdığınızda çoğu kişinin Nick The Fisherman'a gittiğini ve yazdığını gördük. Önünden geçerken de zaten içinin tıka basa Türk olduğunu kendi gözlerimizle de gördük:)


Biz de bir başka talep edilen lokanta olan Caravelle'ye gittik. İki ayrı mekanı olan Caravelle'den küçük olana gittik ve Zeytinyağlı Ahtapot, Midye Saganaki, Yunan Salatası yedik. Zeytinyağlı Ahtapot tüm Yunan adalarında yediğim yiyeceğim en güzel parçaydı. Güzel Türkçe konuşan şef Yorgo bize tarifini de verdi.Caravelle'den parmaklarımızı yalayarak kalktık. Yanlış hatırlamıyorsam 20 Avro gibi bir hesap ödedik içeceklerle beraber.
Akşam Kos'ta canlı müzik yapılan bir kaç mekanda otorup frappe içerek Elefterias Meydanı'nda vakit geçirip buralar hem bizimdi muhabbeti yaparak günü tamamladık:)

Hacer

Ver elini Kos...


Ertesi sabah yani 18 Ağustos sabahı otelde kahvaltı ettikten sonra biraz denize girdik, Bodrum'da gezmek istediğimiz yerlere uğradık, otelden valizlerimizi alıp limana gidip gemimizin gelmesini bekledik. 
Çıkış işlemleri kısa sürdü, çok fazla yoğunluk da yoktu açıkçası. 
Biraz Duty Free'de vakit geçirip memleketin hiç bi yerinde bulunmayan mavi Old Holborn tütünümüzü depoladık. Evet o zamanlar sigara içiyordum, hayat çok güzeldi:(
Gemimiz geldiğinde minnak bi vapurcuk olduğunu gördük. Yan bizim Sütlüce-Üsküdar vapurları ondan daha büyük. Bindik ve ilk gemiyle ülke dışı yolculuğumuza başladık. 
Gemide Kos'ta yaşayan Türk ailelerle tanıştık ve Kosa hakkında bize genel bilgiler verdiler. Müthiş bir manzarayı izleyip, rüzgar sarhoşu olarak 42-50 dakikada Kos limanına yanaştık. 
Gemiden inişte baya bir yoğunluk oldu. Zira aynı anda bir çok gemi limana yanaşmıştı ve baya bir sıra beklemek zorunda kaldık

Sonunda sıra bize geldiğinde işlemlerimizi sorunsuz halledip limandan şehre girdik. Kos ilk bakış itibariyle Kuşadası, Bodrum Çeşme havası veriyor size. Yunan adalarının o kendine has dekoru Kos'ta pek yok. Kalacağımız oteli Booking üzerinden ayarlamıştık, yeri de gayet kolaydı. Limandan çıkınca şehri anlata haritadan yönümüz belirleyip 10 dakika içinde Hotel Catherine'e ulaştık. 
Fena bir otel değil aslında Catherine ama bizim için pek güzel bir konaklama olmadı maalesef. Birincisi otelin sahibesi Catherine hanım il girişte bizi 30 dk resepsiyonda tuttu ve otel hakkında türlü türlü detaylar anlattı. Anlaşılmaz İngilizcesiyle sıcağın alnında neden bu kadar çok konuştuğunu çözmeye çalışırken son anda nakit ödeyeceğimiz dediğimiz halde ödemeyi kredi kartımızdan çektiklerini öğrendik. Odaya girince daha büyük bir hayal kırıklığı yaşadık zira odamız otelin yenilenmeyen tarafındaydı üstelik yenilenmesi bir kenara aşırı gürültülü bir caddeye bakıyordu. Bizim gibi hem gece hayatınız yoksa hem de sese hassassanız maalesef kalınacak bir otel değil burası.

Bunlardan dolayı ilk başta biraz canımız sıkıldı ama sonra sorun etmemeye karar verdik. Melo kadına çok sinir olduğundan onu dinlenmesi için otelde bırakıp ben markete gittim. En yakın market yürüme 15 dk ilerideydi. Gittim atıştırmak için meyve, su vs aldım.Otelin arka sokağındaki pastaneden de tatlı bir şeyler aldım ve otelin balkonunda çay yapıp, biraz dinlenip keyfimizin yerine gelmesini bekledik. 
Akşamüstü artık Kos'u keşfetmenin zamanı gelmişti. 
Kos Adası'nda gezmeye başladığınızda yolun ve kalabalığın sizi ilk götüreceği yer Eleftherias Meydanı. Osmanlı camilerinin, Hipokrat Ağacı'nın, Şovalye Kalesi'nin çevrelediği bu meydan Kos'taki tüm hayatın merkezi.

Biz Hipokrat Ağacı'nın önünden geçerek meydana girdik ve biraz turlayıp açık olan dükkanlara göz gezdirip meydanda bir kafeye oturup ilk frappemizi içtik. 
Gece boyu hareketli olan caddelerde vakit geçirip gece otelimize döndük ve detaylı geziyi ertesi güne bıraktık...

Hacer

Bodrum'dan Yunanistan...



Senede bir kez tatil yapıp çuvalla para bayılanlardan değilseniz eğer gezi işi tam bir plan-bütçe işi. Bir kez lüks otel tatili yapanlar için hayat kolay, ne zaman gideceğine karar ver, amaaan bi kere gidiyorum de sıradan bir otele çuvalla para dök, git-gel ve tekrarı için seneyi bekle...
Çok sıkıcı...



Bizim gibi evde boş geçirdiğin zamanı kayıptan sayanlar için ise uzun bir planlama ve hesap gerekiyor. Gerekiyor çünkü önce nereye gideceğimizi planlayıp ona göre bilet kovalarken bazen de ucuz biletler yönetiyor planları. Misal bizim Bodrum gezisi böyle oldu...


THY'nin müthiş 44 TL'lik kampanyasını bu sefer Melo yakalamıştı. Ve 'Bodrum'da ne yaparız la Ağustos ayında' demeden biletleri almıştı bile. Gidiş geliş kişi başı 88 TL'lik biletlerimiz tabiki harika ötesi olmuştu da Bodrum'da ağustos ayı ve fiyatlar gözümde canlanınca beni bi titreme almıştı doğrusu.
Aslında asıl titreme bileti aldığımız Ocak ayında Bodrum merkezde rastgele bi oteli arayıp 8 ay sonrası için fiyat istediğimde kişi başı gecelik 300 TL'yi duyduğumda almıştı.
Adam erken rezervasyonu kökünden kurutmuş, biliyor ki akın akın gelecekler işi olmamış yani erkenle, düşük fiyatla vs.

Sonuç olarak ben zaten ön yargılı olduğum Bodrum'dan böylece iyice soğudum ve biletleri nasıl değerlendirmemin peşine düştüm...Yunan adalarına da yolumuz böyle düştü işte...
Gezimizi Bodrum-Kos-Simi-Rodos olarak planladık , dönüşü de Rodos-Kos-Bodrum olarak planladık. 
Çok ama çok eğlendik ve gidiş-gelişte uğradığımız Bodrum'dan çok ama çok nefret ettik. Ön yargılarımda haklıymışım, hatta yetersiz kalmış bu duygularımız:)

THY'ile gece yarısı uçtuğumuz Bodrum'da merkezde, limana yakın bir pansiyonda yer ayırttık. Sadece gidiş/gelişte uğrayacağımız bir yer olduğu için Bodrum'da merkez dışında bir otel tercih etmedik. Sabah Bodrum henüz uyanmamışken bir çay bahçesinde kahvaltımızı ettik. Otele dönüp biraz uyuklayıp öğlenin kızgın güneşini geçirdikten sonra, yakında bir yerde denize girdik. Akşam üstü ise şehri gezmek ve Kos biletlerini ayarlamak için dışarı çıktık.


Bodrum'u kalabalık diye tarif edebilirim ama maalesef bu orayı nitelememe yetmeyecek. Delicesine bir kalabalık, caddelerde inanılmaz bir yoğunluk. Yürürken bir insan seliyle birlikte hareket ediyorsunuz. İnanılmaz...Alaçatı ve Bodrum hakkındaki şöyle bir düşüncemiz oluştu Melo ile. 
Bunca yıl bu kadar insan Alaçatı ve Bodrum'un neresine sığmış ve izdihamdan ezilmeden nasıl tatil yapmışlar inanılmaz. 

Bodrum'da limana yakın bir acentadan Bodrum-Kos biletleri kişi başı 16 Avro'ya aldık. Dönüş için saatleri öğrendik. Size tavsiyem internetten okuduklarınızla hareket etmeyin. Saatler, seferler sürekli değişiyor. Mesela biz internetten Rodos-Bodrum feribotu olduğunu okumuştuk ama öğrendik ki bu sadece haftanın belirli günlerinde var. Bunu öğrenince rotamızı Kos üzerinden Bodrum olarak değiştirdik. Kos için bineceğimiz gemi ertesi gün öğleden sonraydı. 

O akşam Bodrum merkezde o delicesine kalabalıkla birlikte gezip, sıcaktan nefes almaya çabalamakla geçti.

Sıcak hiç bana göre değil...

Hacer

Urla...


İzmir'de üçüncü günümüzde akşamüstü Alaçatı'nın deli kalabalığından ayrılıp Urla arabasına binip Urla'ya gittik. Dolmuş bizi yeni Urla'da bıraktı ve oradan dolmuşla Eski Urla'ya gidebileceğimizi söyledi. Eski Urla'ya gittik merkezde arabadan indik ve ilk hüsranımızı daha oracıkta yaşadık. Urla hiç beklediğimiz gibi bir yer değildi açıkçası ve merkezde sorduğumuz hiç bir pansiyonda da yer yoktu. Yeni Urla'da da bir kaç yer sormuştuk ve onlar da çok fahiş fiyatlar çekmişlerdi. 
Zor bela hiç de içimize sinmeyen bir pansiyonda yer bulduk. Adını hatırlayamıyorum buranın ama Eski Urla'da biraz merkezden biraz dışarıya doğru yürüdüğünüzde kadın bir işletmecisi olan sıradan bir pansiyondu işte.

Açıkcası baya bir moralimiz bozulmuştu Urla'yı görünce ve pansiyon mevzusunda ama neyse artık, bir gece için moralimizi bozmayalım dedik birbirimize ve pansiyonda biraz dinlendikten sonra dışarıya çıktık 
Urla'nın bence bizim gittiğimiz Nisan ayında bir gezgine yapacağı en büyük katkı yeme - içme alanında olur heralde...

Biz Urla'da kaldığımız iki gün boyunca tüm o harika hamur işlerini tattık ve gelmemize asıl sebeplerden biri olan Beğendik Abi Lokantası'nı ziyaret ettik. Hala Urla hakkında aynı şeyi düşünüyorum ben hiç beğenmedim. Kalmak için değilse bile sadece yemek yemek için bile Urla'ya tekrar giderim.
Biz Özbe Köyü'ne gidip kahvaltı yapmak istiyorduk ama tek ulaşım yolunun araba kiralamak olduğunu öğrenince vazgeçtik.

Urla'da dolmuşla Çeşmealtı'na gidip sahilde vakit geçirdik. Eski Urla'da iskele civarında gezdik ve sık sık Ünal Kardeşler Katmer Salonu'nu ve Boyoz fırınlarını ziyaret ettik. Ve son günümüzde de Yeni Urla'da Margaca Pazarı'nı, Sanatkarlar Sokağı'nı ve tabiki Beğendik Abi Lokantası'nı ziyaret ettik.





Beğendik Abi güzel yöresel yemekler yapan bir esnaf lokantası. Esnaf lokantası tipinde ama fiyatlar çok da esnaf lokantası formatında değil açıkçası. Ama yediğimiz her şey harikaydı açıkçası ve verdiğiniz parayı hak ediyor. Biz gelincik, kömen, arap saçı, pazı gibi otlarla hazırlanan bir tür mücver olan Çalkama, iç pilavlı oğlak tandır, baklalı enginar ve tatlı olarak da Girit Böreği yedik. Gerçekten hepsi çok güzeldi. Eminim daha da iyisini yapan esnaf lokantaları vardır ama tabi biz bilmediğimizden yapamıyoruz.


Urla'nın yeme içme dünyamıza yaptığı bir diğer katkı da pazarıyla oldu. Aylardan Nisan olduğu için yer gök yeşillikti doğal olarak. 
Urla'dan ayrılmadan pazara gittik ve çok güzel bebek enginar, şevketi bostan, bebek kabaklar ve çeşitli otlar aldık. Tabi bizim arabamız olmadığı için taşıyabileceğimiz kadar alabildik ama aklım Urla pazarında kaldı açıkçası. 
Kalma işi pek hoş olmasa da Urla bir ege gezisinde hem yeme içme hem de alışveriş için uğranabilecek bir yer. Bu arada fiyatlar Alaçatı ile karşılaştırınca neredeyse yarı yarıyaydı...

Hacer